“Selamünaleyküm, ”
dedi.
“Ve aleykümselam, ”
dedik Karla’yla.
Bir yerlerden köpek havlamaları geldi. Seslerine bakılırsa oldukça iri ve vah
şiydiler. Karla koluma girdi. Khaled yine elini kaldırdı ve köpekler sustu.
“Özür dilerim, yanlış kaset,” dedi elindeki uzaktan kumandayı arkasındaki
karaltılardan birine vererek. “Burada ne işin var, Lin?”
“Abdullah’ı görmeye geldik,” dedi Karla.
“Burada ne işin var, Lin?”
“Söylediği gibi. Abdullah nerede?”
“Hazırlanıyor. Abdest aldı. Şimdi dua ediyor. Allah’la baş başa kalmak iste
di. Onu ben bile rahatsız edemem.”
“Onun için geliyorlar,” dedim.
“Biliyoruz. Öğrencileri gönderdik. Manastır bir süredir kapalı. Biz...”
İlahiler tekrar başladı. Birkaç saniye sonra bir mantranın ortasında kesildi.
“Kumandayla oynamayı bırak, Jabalah!” diye bağırdı Khaled omzunun üze
rinden.
Sessizliği yine böcekler ve kurbağalar böldü.
“Savaşa hazırız,” dedi Khaled. “Kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız.”
“Kitap gibi konuşmak zorunda mısın?” diye çıkıştı Karla.
Khaled bir hükümdar gibi elini kaldırdı.
“Abdullah’ın burada olduğu söylentisini ben yaydım. Bu saldırıyı ben kış
kırttım. Bu bir tuzak, Lin ve sen tam ortasında dikiliyorsun.”
Yine köpekler havladı.
“Jabalah!” diye bağırdı Khaled ve teyp sustu.
Khaled yanımıza geldi. Aldığı kiloların en az yarısını vermişti. Yeniden ta
lim yapıyordu belli ki. Kendinden emin, formda ve tehlikeli görünüyordu.
Nihayet kendini sevmeyi öğrenmişti belki de.
Ellerimi tutup eğildi ve benim yerime Karla ya fısıldadı.
“Merhaba, Karla,” dedi bana sarılırken. “Seni adamlarımın önünde kucak-
layamam çünkü bir kadınsın ve yanındaki erkek ailenden değil.”
Bana sarılırken yine ona hitap etti.
“Kocan için üzüldüm. Başın sağ olsun. Burayı hemen terk edin. Birazdan
burada bir savaş yaşanacak.”
Geri çekildi ama koluna yapıştım.
“Bunu biliyordun ve bizi uyarmadın.”
“Şimdi sen de biliyorsun işte. Gidin. Adamlarım diken üzerinde. Her an
bir kaza çıkabilir.”
“Allah’a emanet ol, Khaled,” dedi Karla beni çekiştirirken.
“Abdullah’a söyle, dağdayız,” diye fısıldadım. “Bize ihtiyacı olursa haber
göndersin.”
“Söylerim ama onunla ancak çatışma başladığında konuşabilirim,” dedi ke
derle. “Hoşça kalın.”
El salladı çünkü patikanın sonuna gelmiştik. Bu mesafeden açık konuşa
mazdı. Biz de el salladık ve dağa tırmanan uzun yolun başına doğru koştuk.
Karla’yı durdurdum. Hava kararmıştı ama gözlerinde yansımalar parlı
yordu.
“Bir şey söyleyebilir miyim?”
Güldü. “Yine mi?”
“Bu gece işler ciddileşebilir. Eğer uzak kalmak istersen seni istediğin yere
götürebilirim.”
“Önce Idriss’i uyaralım,” dedi gülümseyerek ve yürümeye başladı.
Yokuşta ona yetiştim ve tepeye vardığımızda ikimiz de nefes nefese kalmış
tık. Öğrencilerden bazıların ateşin başında oturuyordu.
Silvano’yu bulduk ve onu da alıp büyük mağaraya, Idriss’in yanına gittik.
“Katiller,” dedi Idriss hikâyeyi anlattığımızda.
“Bu adamlar profesyonel,” dedim. “Ortalık yatışana kadar buradan gitme
liyiz.”
“Elbette. Öğrenciler bizim sorumluluğumuzda. Hemen işe koyulalım.”
“Ben kalıp burayı koruyacağım,” dedi Silvano.
“Olmaz,” diye itiraz etti Idriss. “Bizimle geleceksin.”
“Kusura bakma ama bu kez itaatsizlik edeceğim.”
“Olmaz,” diye diretti Idriss.
“Buraya ne kadar değer verdiğini biliyorum, Silvano,” diye araya girdim.
“Ama aşağıdan biri buraya kaçacak olursa ve diğerleri peşinden gelirse, burası
da güvenli olmayacak.”
“Ben kalacağım, usta
-ji”
dedi Silvano. “Siz gideceksiniz.”
“Her şeyin aşırısı zarar, Silvano,” dedi Idriss. “Cesaret ve sadakatin bile.”
“Bütün yazılarınız burada. Elli kutudan fazlalar. Çoğu çalışmalar için pa
ketli bile değil. Bu kadar kısa sürede onları toparlayamayız. Ben kalıp çalışma
larınızı koruyacağım.”
Sadakatini takdir ediyordum ama birkaç kâğıt parçası için bu bedeli öde
meye değer miydi? Sonra Karla söz aldı.
“Biz de seninle kalacağız, Silvano,” dedi.
“Karla,” diye başladım ama bana aşkla gülümsediğinde geriye fazla bir se
çeneğim kalmadı.
“Yaşadın, Silvano,” diye iç çektim. “Bu gece yalnız kalmayacaksın.”
“Karar verildi o hâlde,” dedi Idriss. “Şimdi benimle gelin. Öğrencilerin top
lanmalarına yardım edelim. Uzun yoldan otobanın başındaki Kali tapınağına
ineceğiz. Ortalık yatıştığında bize haber yollarsınız.”
“Idriss,” dedim, “bu işin ucu sana dokunduğu için üzgünüm. Özür di
lerim.”
“Başkalarının
davranışlarının
ve
kararlarının
sorumluluğunu
almak
Karma’ya karşı günah işlemektir. Aynı şekilde, kendi davranış ve kararlarının
sorumluluğundan kaçmak da öyle. Bütün bunların sebebi sen değilsin. Bu gece
kendinize dikkat edin. Hepiniz için dua edeceğim.”
Elini birer birer kafalarımıza koyup koruyucu mantralar söyledi.
Öğrenciler eşyalarını şallara sarıp yokuşun başında toplandı. Ellerinde fe
nerler ve meşaleler vardı.
Idriss en öne geçti ve onlara yolu göstermeden önce sağ elindeki bastonuna
yaslanarak bize el salladı.
Vijay adında bir öğrenci de bizimle kalmaya karar vermişti. Uzun, in
C(
.
fasulye sırığı gibi bir çocuktu. Pijamayı andıran beyaz, pamuklu bir takım gjy
mişti. Ayakları çıplaktı ve omzunda bambu bir değnek vardı.
Öğretmeninin gidişini izlerken genç yüzü tamamen ifadesizdi. Sonra ban
s
döndüğünde biçimli hatlarına baktım. Gözleri Hindistan’ın ışığıyla parlıyordu
“İyi misin?” diye sordu.
Değneğe baktım ve Akreplerden Concannon’a, geçen yıl dövüştüğüm in
sanları düşündüm. Şu değneğin ucuna bir bıçak bağlamak iyi bir fikir olabi
lirdi.
“İyiyim,” dedim. “Sopaya bağlamak istersen yedek bıçağım var.”
Birden sopayı çevirerek hızla döndü ve bambu sopayı ayağımın birkaç san
tim ötesine indirdi.
“Ya da boş ver,” dedim.
“Ayrılıp can alıcı noktaları tutalım mı?” diye sordu Silvano.
“Hayır!” dedik Karla’yla koro hâlinde.
“Burası bizim mekânımız,” dedim. “Gerekirse kaçış yolunu biliyoruz. Hem
önümüz açıklık. Birini görürsek havaya ateş açıp korkuturuz.”
“Ya çatışma çıkarsa?”
“Onlar bizi öldürmeden biz onları öldürürüz,” dedi Karla. “Sen iyi nişancı
sın, Silvano. Ben de fena sayılmam. Hallederiz.”
“Ya da kaçıp bir yerde buluşur, gitmelerini bekleriz,” diye önerdim. “Etrafta
saklanacak bir sürü yer var. Sonsuza dek burada kalamazlar.”
“Ben dövüşelim derim,” diye atıldı sopalı öğrenci.
“Ben de buna vakti gelince karar verelim derim. Bakalım olaylar nasıl ge
lişecek?”
“Kendimize iyi bir saklanma yeri bulmamız gerektiğine katılıyorum,” dedi
Silvano. “Patikaya en yakın mağaradan onları rahatça görürüz.”
“Çıkış yolu yok,” dedim. “Ben alternatif çıkışı olan yerleri severim.”
“Bir çıkış var. Gel, göstereyim.”
Mağaranın arka duvarında bir perde asılıydı. Onu daha önce de görmüş
tüm ama duvar çıplak kalmasın diye astıklarını sanmıştım.
Silvano perdeyi kenara itti ve el fenerini yakarak bizi dar bir tünele sok
tu. İlk mağarayla sonuncusu arasında ya doğal olarak oluşmuş ya da sonradan
oyulmuştu. Tünelden çıktığımızda kendimizi Idriss’in ormanın kıyısındaki
mağarasında bulduk.
“Bayıldım,” dedi Karla. “İmkânım olsa burayı satın alır ve ömrümün sonu
na kadar burada yaşardım.”
“Ben de,” dedim. “O zaman ilk mağaraya konuşlanalım. Vaktimiz daralıyor.”
“Sizi bilmem ama ben acıktım,” dedi Silvano göbeğini sıvazlayarak.
Mağaraya su, yiyecek, battaniye ve el fenerleri götürdük. Karla’nın uzattığı
tabaktakileri ne olduklarına bile bakmadan mideye indirdim. Karnım doyunca
derin bir korkuya kapıldım.
Karla yanımda oturuyordu. Katiller yoldaydı. İçimden bir ses tabanları
yağlamamızı söylüyordu. Ama Karla sakin görünüyordu. Yemeğini bitirmiş,
silahını temizlemekle meşguldü. Bir yandan da bir şarkı mırıldanıyordu. Ona
bakarken daima ikimize de yetecek kadar cesareti olduğunu düşündüm.
“Idriss’in yazıları nerede?” diye sordum Silvano’ya.
“Ana mağaradalar.”
“Olayı elimizden geldiğince oradan uzak tutalım. Serseri bir kurşun yangın
çıkarabilir.”
“Tamam.”
Vijay, Karla’nın tabağını alıp diğerleriyle birlikte dışarı götürdü.
“Bu ormanı avucumun içi gibi biliyorum,” dedi Silvano ayağa kalkıp geri
nerek. “Vijay’la bir keşif gezisine çıkalım. Hem tuvalete de uğrayacağım.”
Vijay’ın peşinden çıktı ve sağa dönüp gözden kayboldu. Düzlüğe çıkan pa
tika soldaydı.
Kayalık araziye her gün o kadar çok insan basıyordu ki, toprakta yalnızca
yabani otlar bitiyordu. Ay yoktu ama bulutsuz bir geceydi. Elli metre ötedeki
düzlüğü açık seçik görüyorduk.
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Kendimi sakinleşmeye zorladım ama Karla’nın
zarar görme ihtimali yine kanımı dondurdu. Bana baktığında aklımdan geçen
leri şıp diye anladı.
“Havaya ateş açıp kaçacağız ve saklanacağız, öyle mi?” dedi dudakları kü
çümsemeyle kıvrılırken.
“Karla...”
“Şşşt. Yeter sızlandığın.”
“Ben dövüşelim derim,” diye dalga geçtim bambu çubuklu oğlanı taklit
ederek. “Tamam, dövüşelim de neden?”
“Bir yazar, bir bilgenin bunca yıllık birikimini uğruna savaşmaya değer bul
muyor öyle mi?”
“Aynen öyle. Polis peşimde olduğu için kaç kere pencereden kaçmak zorun
da kaldım. Bütün yazdıklarımı arkamda bırakarak hem de! Sonuçta ne oldu?
Ben hâlâ buradayım ve hâlâ yazıyorum. Hiçbir eser bir insanın hayatından
daha değerli olamaz.”
Karla mutlu mutlu sırıttı.
“İşte benim sevgilim.”
Kutularla heybeleri mağaranın girişine yığdık ve oraya yakın bir yerde pu.
suya yattık. Karla elimi tuttu.
“Şu anda başka hiçbir yerde olmak istemezdim.”
Cevap veremedim çünkü ilk silah sesi geldi.
Bir silah sesinden ne kadar uzaksanız, içiniz o kadar rahattır. Kulaklarınızı
sağır eden bir patlama uzaktaki bir elin marifetidir. İlk patlamalar bir salonda
çınlayan tek tük alkışları andırıyordu. Sonra çoğaldılar.
Silvano’yla Vijay koşarak mağaraya girdi. Yanımıza çömeldiler.
“Geldiler,” dedi Silvano dikkatle etrafı dinleyerek. “Ordu gibiler.”
“İki ordu,” diye düzelttim. “Umarım hep orada kalırlar.”
Yaylım ateşi nihayet sustu. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra aralıklı olarak silah
lar patlamaya başladı. Giderek sıklaştılar.
Karanlıkta soluk bile almadan bekledik. Kırılan her bir dalın çıtırtısı ya da
rüzgârın yaprakları hışırdatması kulaklarımda uğulduyordu. Bu gergin bekleyiş
dakikalarca sürdü. Sonra dik yokuştan inlemeler ve homurtular geldi.
Silvano’yla Vijay ben onları uyaramadan fırladı. Karla peşlerinden gitmeye
yeltendiğinde koluna yapışıp tekrar yanıma çektim.
O sırada yokuşun tepesinde elleri ve dizleri üzerinde emekleyen bir adam
belirdi. Silvano sağından bir gölge gibi yanaştı ve tüfeğinin namlusunu adamın
kafasına doğrulttu. Adam sendeleyerek ayağa kalktı. Tabancalıydı.
Vijay sopasını savurdu. Adamın tabancası havaya fırlarken ateş aldı ve kur
şun bizim biraz ilerimizde, mağaranın duvarına saplandı.
“İyi tahmin, Shantaram,” dedi Karla. “Ayağa kalksaydım o kurşunun üze
rinde benim adım yazacaktı.”
Adam titreyen bacakları üzerinde birkaç saniye daha yalpaladıktan sonra
yüzüstü yere yapıştı. Vijay onu ters çevirdiğinde Karla’yla tepesinde bittik.
Ölmüştü.
“Peşine birini takmış mı bir bak bakalım, SiJvano,” dedim. “Bu herif yalnız
dolaşmaz.”
“Tanıyor musun?”
“Adı, DaSilva.”
“Hangi taraftan?”
“Yanlış taraftan,” dedim. “Hem de dibine kadar.”
Silvano’yla Vijay patikaya bakmaya gitti. Cesedi Idriss’in kampında bıraka
mayacağımızı biliyordum. Başka seçeneğim yoktu. Onu buradan götürmeliy-
dik. Karla hayatında iki tane ceset taşımıştı. Ya da en azından ben o kadarını
biliyordum. Benimse bu üçüncü olacaktı: Biri hapishanede, biri bir arkadaşın
evinde ve sonuncusu da benden nefret eden DaSilva.
“Onu burada bırakamayız,” dedim. “Polis şıp diye bulur.”
“Doğru. Öyle bir skandal patlar ki, ne Idriss kalır ne bilgeliği.”
“Kolay olmayacak. Yokuş ne kadar dik, biliyorsun.”
Karla elleri belinde etrafına bakındı. “Başka çaremiz var mı?”
DaSilva’yı bir öğrencinin sarisine sardık ve bir iple bağladık. İpin iki ucunu
onu rahat taşıyabilmemiz için uzun bıraktık.
İşimizi bitirmiştik ki Silvano’yla Vijay geldi. Vijay’ın gözleri dehşetle irileşti.
“Ha-hayalet,” diye kekeledi.
Titreyerek cesedi işaret ediyordu.
“Bir hayalet kadar hafiftir umarım,” dedim. “Onu eve götürüyoruz. Polis
buraya kadar çıktığını bilmesin.”
“Teşekkürler,” dedi Silvano. “Size yardım edelim.”
“Bize bırak,” dedi Karla. “Aşağıdakileri tanıyoruz. Onlar da bizi tanıyor.
Seni görürlerse ateşe başlayabilirler. Kitaplar size emanet.”
Silvano gülümsedi. “Madem öyle istiyorsunuz...”
“
Presto
, ” dedi Karla cesedin ipini çekerek. “Bizim hayaletin yolu uzun.”
Do'stlaringiz bilan baham: |