Sonuç
Bil ki “elhamdulillah” kelime-i şerifesi beyan edildiği hasebiyle kapsamlı kelimelerdendir. Eğer bir kimse onun incelikleriyle ve hakikatleriyle Hakk’ı övecek olursa, beşerin gücünün dahilinde olduğu kadarıyla Allah’a hamdetmiştir. Bu yüzden rivayet-i şerifelerde de bu anlama işaret edilmiştir. Nitekim bir rivayette yer aldığına göre İmam Bakır (a.s) bir gün evden çıktığında bineğini bulamadığı zaman şöyle buyurmuştur: “Eğer merkep bulunursa hakkıyla Allah-u Tealaya hamdedeceğim.” Merkep bulunduğu zaman İmam Bakır (a.s) merkebe bindi, elbisesini düzeltti ve şöyle buyurdu: “Elhamdulillah.”1 Resulullah da (s.a.a) nakledilen bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Lailahe illallah terazinin yarısıdır, elhamdulillah ise teraziyi doldurur.”2 Bu da beyan ettiğimiz üzere “elhamdülillah” kelimesinin tevhidi de kapsadığı hasebiyledir.
Resulullah’tan (s.a.a) hakeza şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kul, “elhamdulillah” deyince bu terazisinde yedi kat gökten ve yedi kat yerden daha ağırdır.”3 Hakeza Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Eğer Allah, kullarından bir kuluna bütün dünyayı verecek olursa ve o kul da buna karşılık “elhamdulillah” derse bu söylediği kendisine bağışlanan şeyden daha üstündür.”4 Hakeza Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Allah nezdinde hiçbir şey “elhamdulillah” diyen kimsenin sözünden daha sevimli değildir. Bu sebeple Allah onunla kendini övmüştür.”5 Bu bölümdeki hadisler sayılamayacak kadar çoktur.
* * *
Allah-u Taela’nın “Rebb’ul Alemin” sözündeki Rab eğer müteali (yüce), sabit ve seyyid (efendi) anlamında ise, bu zatî isimlerden sayılır ve eğer malik, sahip, galib ve kahir anlamında ise bu durumda sıfatî isimlerden sayılır ve eğer mürebbi, mun’im (nimet veren) ve mütemmim (tamamlayıcı) anlamında ise, o zaman da ef’alî isimlerdendir. Alem kelimesi ise vücudun bütün mertebelerine, gayb ve şuhud menzillerine şamil olan Allah’tan gayrisi anlamında ise, Rab sıfat isimlerinden sayılmalıdır ve eğer maksat tedricî husul ve kemal olan mülk alemi ise, rabdan maksat da fiil ismidir. Her haliyle burada maksat zat ismi değildir. Bir nükteye göre de “alemin” kelimesinden maksat, ilahi terbiye ve meşiyetin altında kendilerine layık olan kemale ulaşan mülk alemidir ve Rab’dan maksat ise efal isimlerinden olan mürebbi anlamındadır.
Bil ki biz bu kitapta ayet-i şerifelerin edebi, lügavi ve terkip boyutlarını zikretmekten sakındık. Zira onları genellikle beyan etmişlerdir. Burada ise ya genellikle beyan edilmeyen, ya da eksik zikredilen şeyler beyan edilmektedir.
Bilmek gerekir ki burada işaret edilen zat, sıfat ve ef’al isimleri, marifet erbabının kavramları esasıncadır. Marifet ehlinin bazı büyükleri ise İnşa’ud Devair kitabında isimleri; zat, sıfat ve ef’al isimleri diye bölmüşlerdir:
Zatî isimler şunlardır: Allah, er-Rab, el-Melik, el-Kuddus, es-Selam, el-Mü’min, el-Muheymin, el-Aziz, el-Cebbar, el-Mutekebbir, el-Aliyy, el-Azim, ez-Zahir, el-Batin, el-Evvel, el-Ahir, el-Kebir, el-Celil, el-Mecid, el-Hak, el-Mubin, el-Macid, el-Vacid, es-Semed, el-Muteali, el-Ganiy, en-Nur, el-Varis, Zulcelal, er-Rakib
Sıfat isimleri ise şunlardır: “el-Hayy, eş-Şekur, el-Kahhar, el-Kahir, el-Muktedir, el-Kaviyy el-Kadir er-Rahman, er-Rahim, el-Kerim, el-Gaffar-, el-Gefur, el-Vedud, er-Rauf, el-Halim, es-Sabur, el-Birr, el-Alim, el-Habir, el-Muhsi, el-Hakim, eş-Şehid, es-Semi’, el-Besir
Fiilî isimleri ise şunlardır: el-Mubdi, el-Vekil, el-Baîs, el-Mucib, el-Vasi’, el-Hasib, el-Mukit, el-Hefiz, el-Halik, el-Bari, el-Musevvir, el-Vehhab, er-Rezzak, el-Fettah, el-Kabiz, el-Basit, el-Hafiz, er-Rafi’, el-Muizz, el-Muzill, el-Hekim, el-Adl, el-Latif, el-Muid, el-Muhyi, el-Mumit, el-Vali, et-Tevvab, el-Mumtekim, el-Muksit, el-Cami’, el-Muğni, el-Mani’, ez-Zârr, en-Nafi’, el-Hadi, el-Bedi’, er-Reşid. 1
Bu taksimin ölçüsü hususunda şöyle demişlerdir: Bütün isimler her ne kadar zat isimleri olsa da, lakin zatın zuhuru itibariyle, zatın isimleri olarak adlandırılmaktadır; sıfat ve fiillerin zuhuru itibariyle ise, sıfati ve ef’ali isimler olarak adlandırılmaktadır. Yani hangi itibar daha zahir olursa, isim ona tabidir. Bu açıdan bazen, bazı isimlerde iki veya üç itibar bir araya toplanır ve bu açıdan isimlerden zatî, sıfati, ef’alî veya bu üçünden ikisi söz konusu olur. Tıpkı daha önce zikredilen Rab kelimesi gibi. Ama bu konu yazarın zevkine mutabık değildir. İrfani zevke de uymamaktadır. Taksimden anlaşılan şu ki bu isimlerdeki ölçü şudur: Marifet adımıyla yola koyulan sulûk ehli, fiilî fenaya ulaştıktan sonra, Hak Teala’nın kalbine ettiği tecelliler, ef’al isimleriyle tecellilerdir. Sıfatî fenadan sonra ise, sıfatî tecellilerdir. Zatî fenadan sonra ise sâlik için zatî isimle tecelliler gerçekleşir. Eğer onun kalbi koruma gücüne sahip olursa, sahv (kendine gelme) makamından sonra, ef’alî müşahedeleri haber veren şey fiil isimleridir. Sıfati müşahedeleri haber veren şey ise, sıfat isimleridir. Hakeza zat isimleri de böyledir. Bu makamın burada ifade edilemeyecek, bu sayfalarda açıklanamayacak kadar uzun bir detayı vardır. İnşa’ud-Devair’de zikredilen şey ise, bizzat ortaya koyduğu ölçüleri ile de mutabık değildir. Nitekim isimlere bakışta bu apaçık bir şekilde anlaşılmaktadır. Söylenebilir ki bu üç isimler taksimine Kur’an-ı Şerif’te de işaret edilmiştir ve bu da Haşr suresinin son ayet-i şerifeleridir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “O, görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır.”1 Bu ayet-i şerifelerden belki de birincisi, zatî isimlere, ikincisi sıfatı isimlere ve üçüncüsü ise fiilî isimlere işaret etmektedir. Zatî isimlerin sıfatî isimlere ve onun da fiilî isimlere takdimi ise, vücudî gerçeklerin tertibi hasebiyledir. İlahi tecelliler; müşahede ashabının müşahedeleri ve kalp ashabının kalbine ettiği tecelliler hasebiyle değildir. Bilmek gerekir ki bu ayet-i şerifelerin, burada zikredilmesi uygun olmayan bir takım sırları da vardır. İkinci ayet sıfatî isimler, üçüncü ayet ise fiilî isimlerdir ve bu çok açıktır. Ama alim’ul gaybî veş’şahadet, rahman ve rahim isimlerinin zatî isimlerden oluşu, gayb ve şehadet aleminin isimlerinin batınî ve zahiri isimlerden oluşu esasına dayalıdır. Rahmaniyet ve rahimiyetin feyz-i mukaddesin değil, feyz-i akdesin tecellilerinden olmasına dayalıdır. Hayy, Sabit, Rab ve benzeri isimlerin, zatî isimlere daha yakın olmasına rağmen bu isimlere özgü kılınışı, belki de onların ihatası sebebiyledir. Zira bunlar en önemli isimlerdendir. Şüphesiz Allah bilir.
Uyarı
“Alemin” kelimesinin türevi ve anlamı hususunda büyük bir ihtilafa düşülmüştür. Bazılarının dediğine göre alemin kelimesi çoğuldur ve somut ve soyut tüm yaratıkların türlerini kapsamaktadır. Her tür alemdir ve bu çoğulun kendi türünden tekili yoktur. Bu meşhur olan görüştür.
Bazılarının dediğine göre ise “alem” kelimesi ismi mef’ul, “alim” kelimesi ise ismi faildir. “Alemin” kelimesi ise “me’lumin” (malum olanlar) anlamındadır. Bu görüş kendi çapında delilsiz ve uzak bir ihtimal olmakla birlikte, “Rabbu’l ma’lumin” ifadesinin kullanılışı da oldukça güvensiz ve uzak bir olasıdır. Bazılarına göre ise bu kelimenin kökü alamettir. Bu durumda bütün varlıklar hakkında kullanılmaktadır. Zira bütün varlıklar Zat-ı Mukaddes’in ayeti, nişanesi ve alametidir. Dolayısıyla “vav” ve “nun” harfleri ise akıl sahiplerini kapsaması ve diğer varlıklar hakkında daha çok kullanılması itibariyledir.
Bazılarına göre ise “ilm” kökünden türemiştir. Bu durumda da bütün varlıklar hakkında kullanılması doğrudur. Nitekim akıl sahipleri hakkında kullanılışı da uygundur. Ama “alem” kelimesi Allah’tan gayrisi hakkında da kullanılmakta, her tür ve ferdi kapsamaktadır. Eğer “alem” kelimesini, fert ve tür hakkında kullanan kimse, lügat ve örf ehli ise, her bireyin yaratıcının zatının alameti olduğu itibariyledir. “Her şeyde onun için bir ayet vardır”1 Ama eğer arif-i ilahi ise, o zaman da, her varlığın cami’ ismin zuhuru ve her hakikati, ehediyet-i cem zuhuru ve vücudun sırrı yoluyla kapsadığı itibariyledir. Bu açıdan bütün alemin her parçasını ehediyet-i cem makamıyla ism-i azam’dan saymak mümkündür. Yani isimlerin ve ayetlerin tümü, tümündedir.
Bu zikredilenler hasebiyle büyük filozof Sadr’ul Müteellihin’in, Beyzavi gibilerine yaptığı itiraz yerindedir. Zira onlar bu yolu tatmamışlardır. Ama irfan ashabının metoduna göre bu doğru değildir. Beyzavi’nin bu makamdaki sözü ve söz konusu filozofun kelamı çok uzundur. Uzun olduğundan burada zikredilmesi mümkün değildir. İsteyen kimse söz konusu merhum filozofun Fatiha suresinin tefsirine müracaat etmelidir.
“Rab” kelimesi sıfatî isimlerden olursa malik, sahip ve benzeri anlamlar ifade eder. “Alemin” den maksat ise Allah’tan gayri her şeyi kapsamaktadır. İster mülk aleminin varlıkları olsun; ister gaybî soyut varlıklar, hiç farketmez. Ama eğer ef’al isimlerinden olursa -ki bu daha zayıftır- “alemin” kelimesinden maksat sadece mülk alemidir. Zira bu durumda “rab” kelimesi mürebbi (terbiye eden) anlamındadır ve bu anlam bir tedricilik gerektirmektedir. Soyut alemler ise zamansal bir tedricten münezzehtir. Gerçi yazara göre bir anlamda tedric ruhu da “dehr” aleminde tahakkuk etmiştir. Bu bağlamda, zamanın ruhu ve tedric dehriyyeti anlamında soyut alemlerde zamansal hudusu (oluşu) da isbat ettik. İrfani meslekte de zamani hudusu bütün alemler için sabit kıldık. Ama mütekellimlerin ve hadis alimlerinin anladığı gibi değil.
Do'stlaringiz bilan baham: |