Ehli Beyt İmamlarının Tutumu
İmam Sadık'ın (a.s) huzurunda birisi bazı ayetleri yaygın olan kıraatten farklı bir şekilde okudu, İmam ona şöyle buyurdu: "Bir daha böyle okuma, halkın geneli nasıl okuyorsa, sen de öyle oku." Başka birisi de İmama ne şekilde Kuran okuması gerektiğini sorduğunda İmam ona şöyle cevap verdi: "Kuran'ı öğrendiğiniz şekilde okuyunuz."4
Bu yüzden Şia'nın ortak görüşüne göre; şu anda elimizdeki şekliyle bulunan, gerçek ve kâmil Kuran'dır. Bu konuda hiçbir şüphe bulunmamakta, Kuran'da tahrif ve değiştirme söz konusu olmamakta, Müslümanlar arasında yaygın olan meşhur kıraatin sahih kıraat olduğu, bunun namazda okunması gerektiği, tüm hususlarda mevcut olan metine istinat edilmesi gerektiği ve Peygamber'e nazil olanın bugün elimizde bulunan Kuran olduğu kabul edilmektedir.1
Abdullah b. Mesud da aslında ne Mushaf'ın tekleştirilmesine karşıydı ve ne de hazırlanan Mushaf'ın yanlış olduğunu söylemişti. O sadece bu işi yapmakla görevlendirilenlerin çok yetenekli olmadığını ve kendisinin daha iyi üstesinden geleceğini savunuyordu. Kendisi şöyle demişti: "Bunlar, Kuran'a karışma hakları olmayan kimselerdir."2 İşte bu yüzden Mushaf'ını halifenin elçilerine teslim etmekten kaçındı.
Mushafların Tekleştirilmeye Başlanıldığı Yıl
İbn-i Hacer şöyle diyor: "Mushafları tekleştirme; Osman'ın hilâfeti döneminde ve Hicretin yirmi beşinci yılında gerçekleştirildi, fakat bazıları bunun hicretin otuzuncu yılında yapıldığını söylemişlerdir ama bu iddiaları için hiçbir delilleri bulunmamaktadır."3
İbn-i Esir ve diğer bazı tarihçiler herhangi bir senet zikretmeden hicretin 30. yılında bu işin yapılmaya başlandığını söylemişlerdir. İbn-i Esir diyor ki: "Bu senede Huzeyfe, Abdurrahman b. Rabia'nın yardımıyla savaşa gitti. Savaş esnasında halkın Kuran hakkında ihtilâflarına tanık oldu. Savaştan döndükten sonra halife Osman'dan bu sorunu çözmesini istedi. Osman da buna bir çözüm buldu."1 İbn-i Esir tarihi belirlemede büyük ihtimalle yanlışlık yapmıştır; çünkü:
1- Taberi'nin Ebu Mihnef'ten naklettiğine göre Ermenistan'la yapılan savaş hicretin 24. yılında gerçekleştirildi.2 İbn-i Hacer diyor ki: "Ermenistan, Osman döneminde feth edilmiştir. Osman, Irak ve Şam hakkının da bu savaşa katılmasını emretti; Irak'tan gelen ordunun komutanlığını Selman b. Rabia, Şam ordusunun komutanlığını ise Habib b. Seleme-i Fihri yapıyorlardı. Huzeyfe de bu savaşa katılanlar arasındaydı. Tarihçilerin naklettiğine göre, hicretin 25. yılında yani Velid b. Ukbe'in Küfe valiliğine tayin edildiği ilk günlerde Ermenistan fethedildi."3
2- Yukarıda İbn-i Esir Huzeyfe'nin Abdurrahman b. Rabia'nın komutanlığında savaşa katıldığını ve orada Mushafları tekleştirme fikrine kapıldığını yazıyor, hâlbuki bu savaş hicretin 22. yılında olmuştur. Bu savaşa katılan da Huzeyfe b. Useyd el-Ğaffari'ydi, Huzeyfe b. Yemani Abisî değildi.4
3- Hicretin 30. yılında Said b. As, Velid'in yerine Küfe valiliğine atandı. O, bu sıralarda Taberistan savaşı için hazırlanıyordu ve onunla birlikte savaşa gidenler; İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr ve Huzeyfe idi.1 Said hicretin 34. yılına kadar Medine'ye dönmedi ve bir yıl sonra da Osman öldürüldü.2 Ayrıca Said Mushafların birleştirme kurulunun üyesiydi. Öyleyse Mushafları birleştirme işinin 30. Yılda gerçekleştiğini söylersek bu çelişki arz edecektir, diğer taraftan bu İbn-i Zübeyr ve İbn-i Abbas'ın kurulun üyeleri olmasıyla da uyuşmamaktadır.
4- Zehebi, Ubey b. Kâ'b'ın hicretin 30. yılında öldüğünü yazmaktadır. Kitabında Vakidi'nin şöyle söylediğini naklediyor: "Ubey b. Kâ'b Mushafları birleştirme kurulunun başkanlığını yapıyordu ve O Kuran'ı üyelere dikte ettiriyordu."3
5- Yezid Nahaî'den nakledilen bir hadisten de Mushafların hicretin otuzuncu yılından önce birleştirildiği anlaşılmaktadır.
6- Mushafların hicretin 25. yılında birleştirildiğine en güçlü delil İbn-i Ebi Davud'un, Musab b. Sad'tan naklettiği rivayettir. O şöyle diyor: "Osman Kuran'ı toplamaya başladığı zaman Müslümanlara hitaben şöyle bir konuşma yaptı: Peygamber'in vefatından daha 15 yıl geçmesine rağmen siz Kuran üzerinde görüş ayrılığına düşmüşsünüz. Ben, yanında Kuran'dan sayfalar bulunduran yahut Peygamber'den bir şey duyanlardan onu kurula vermesini istiyorum."
Osman bu konuşmasında, 'Daha Peygamber'in vefatından on beş yıl geçmesine rağmen…' demektedir ve Allah Resulü'nün hicretin onuncu yılında vefat ettiğini göz önünde bulundurursak demek ki Mushafları tekleştirme işi hicretin yirmi beşinci yılında gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan sadece İbn-i Esir, Huzeyfe'nin hicretin 30. yılında Osman'a Mushafları tekleştirme önerisinde bulunduğunu nakletmektedir. Onun nakletmiş olduğu tarihin bir belgeye dayanmadığı gözükmektedir.
Ayrıca önemli olayların tarihleri, araştırma yaptıktan sonra kesin kaynaklara dayanarak verilmelidir fakat Taberi'nin kendisi bile çoğu yerde vermiş olduğu tarihlere güvenmemektedir. Örneğin, Nehavend savaşının tarihinde bazen on sekizinci yılda ve bazen de yirmi birinci yılda olduğunu yazmaktadır.1
Bu yüzden önemli bir olayın tarihini kesin bilmek için sadece tarihçilerin vermiş olduğu tarihlerle yetinmemek gerekir. Bu hususta çok yönlü araştırmalar yapılmalı ve gerekli incelemelerde bulunulmalıdır.
Mushafları Tekleştirmenin Aşamaları
Mushafları tekleştirme kurulu, çalışmasını üç aşamada sonuca ulaştırmıştır ve neticede bir tek Mushaf İslam coğrafyasının tüm şehirlerine dağıtılmıştır.
1- Doğru ve sahih kaynakların toplanması.
2- Bir eksikliğin olmadığına tam güven için var olan Mushafların birbirleriyle karşılaştırılması.
3- Tüm şehirlerde var olan farklı Mushafların ve Kuran sayfalarının toplatılıp yok edilmesi.
Velhâsıl, bu çalışmaların sonucunda; bir tek Kuran Mushaf'ı belirlendi, sonrasında onaylandı, çoğaltılarak Müslüman şehirlerine dağıtıldı ve sadece tekleştirilmiş Mushaf'ın okunması, farklı Mushafları okumanın yasak olduğu emri verildi.
Fakat kurul üyeleri bu üç aşamada gereken dikkati göstermediler, özellikle daha fazla zamana ihtiyaç duyulan Mushafların karşılaştırılması aşamasında gevşeklik gösterdiler.
Mushafların toplatılıp yok edilmesi hususunda Osman şu metodu uyguladı; bazı kimseleri İslam ülkesinin muhtelif bölgelerine gönderip var olan Mushaf veya sahifeleri toplatılıp yakılmasını emretti. Bu aşamada biraz daha temkinli veya yavaş hareket etmesi gerekiyordu.1
Tarihçi Yakubi bu konu hakkında diyor ki: "İslam ülkesinin dört bir yanında mevcut bulunan tüm Mushaf ve sahifeleri topladılar. Onları sirkeli suda kaynatıp temizlediler." Bazıları da şöyle diyor: "Onları toplatıp yaktılar." Yalnızca Abdullah b. Mesud'un Mushaf'ı yakılmadı; çünkü o Mushaf'ını Küfe valisi olan Abdullah b. Amire vermedi, Mushaf'ını vermekten kaçındığı için halife Osman onu Medine'ye çağırttı. Abdullah b. Mesud camiye girdiğinde Osman hutbe okumakla meşguldü. Onu görür görmez hutbesini yarıda kesip şöyle dedi: "Kötü ahlâklı biri içeri giriyor." Bu sözü işitir işitmez İbn-i Mesud da ona karşı kaba sözler sarf etmeye başladı. O anda Osman, ayağından tutup İbn-i Mesud'u yere yatırmalarını emretti, İbn-i Mesud'un kaburgaları kırılıncaya kadar yerde sürüklediler. Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Ayşe, bağırarak birçok söz söyledi.1
Osman işin başında Mushafları tekleştirme işinin çok kolay olduğunu düşünmüştü, bu yüzden bu işe yeterince ehliyetli olmayan kimselerden bir kurul oluşturdu. İşin çok zor olduğunu görünce aralarında karilerin öncüsü olan Ubeyd b. Kâ'b'ın da bulunduğu daha liyakatli ikinci bir grup oluşturup işleri devam ettirdi.2 Ebubekir'in zamanında üzerinde Kuran ayetlerinin yazılı bulunduğu ve Peygamber'in hanımlarından Hafsa'nın yanında korunan sayfaları da istedi, ama Hafsa vermekten kaçındı. Büyük bir ihtimalle yok olmasından korktuğu için vermiyordu. Osman tekrar bu sayfaları kendisine vereceğini vaat edince, o da diğer Mushaflarla karşılaştırmada güvenilir bir belge olarak kendisinden yararlanılması ve çoğaltılması için bunları Osman'a verdi.3
Öte yandan Osman tüm Müslümanlara şu duyuruyu yaptı: "Kim Peygamber'den Kuran'ın her hangi bir bölümünü işitip yanında bulunduruyorsa onu yetkili olan komiteye versin"4 Bu duyurudan sonra halk; kemik, tahta parçaları, levhalar ve taşlar üzerine yazdıkları ayetleri getirip komiteye verdi. Komite en son olarak Peygamber (s.a.a) ile Kuran karşılaştırmasında bulunanların, Kuran ayetlerini kendilerine vermelerini bekliyordu.
İbn-i Sirin bu konu hakkında diyor ki: "Bir ayet hakkında ihtilâf söz konusu olduğu zaman o ayetin yazımı erteleniyordu. Bazıları ayetlerin yazımının ertelenmesinin Peygamber'in son mukabelesinde hazır bulunanların Mushaflarının ele geçmesini sağlamak amacıyla yapıldığını söylüyorlardı."1
Enes b. Malik şöyle diyor: "Ben ayetleri kâtiplere dikte eden kimseyim, çoğu zaman ihtilâf konusu olan bir ayet hakkında ayeti Peygamber'den en son işiten kimselerin görüşüne başvurulurdu. Bu kimselerin Medine'de bulunmamaları durumunda ihtilâflı ayetin başı ve sonu yazılıp ihtilâf konusu olan yer boş bırakılır ve o kişilere gönderilip işittiklerini boş yere yazıp kendileriyle birlikte getirmeleri istenilirdi."2
Ubeyd b. Kâ'b Kuran'ı onlara dikte ettiriyor, onlar da yazıyorlardı veya anlaşmazlığa düşülen bir ayeti ona gönderiyorlardı, o da düzelttikten sonra yazmaları için kurul üyelerine geri gönderiyordu.
Konu ile ilgili olarak Ebu Aliye şöyle rivayet etmektedir: "Kurul üyeleri Ubey b. Kâ'b'ın Mushaf'ını esas alarak Kuran ayetlerini topluyorlardı, Ubey b. Kâ'b'ın kendisi ayetleri okuyor, bir grup da yazıyordu."3
Mushafların karşılaştırılması aşamasında bazı dikkatsizlikler yaşanmıştır ve ortaya çıkan Mushaf'ta çok büyük çelişkiler ve imlâ hataları vardı. Başka yerlere gönderilen Mushaf örnekleri imlâ açısından birbirleriyle uyum içerisinde değildi. Bu işin sorumluları kurul üyeleri ve en önemlisi Osman'ın kendisiydi; çünkü Osman imlâ hatalarının yapıldığını fark etmesine rağmen bir çözüm yolu bulmaya çalışmadı.
İbn-i Ebi Davud'un rivayetine göre Şam halkından bazıları şöyle diyorlardı: "Bizlerin ve Basralıların Mushaf'ı Küfelilerin Mushaf'ından daha doğrudur." Çünkü Osman Mushafların yazılmasını emrettiğinde Küfeliler için yazılmış olan Mushaf, Abdullah b. Mesud'un kıraati esas alınarak hazırlanmıştı, bu Mushaf diğer Mushaflarla karşılaştırılıp tashih edilmeden Küfe halkına gönderildi fakat Şam ve Basra halkı için yazılan Mushaflar karşılaştırılıp tashih edildikten sonra o bölgelere gönderildi."
Bu durum Mushafların tashih edilmeden İslam ülkesinin şehirlerine gönderildiğini göstermektedir. Nitekim İbn-i Ebi Davud'un rivayetine göre muhtelif şehirlerin Mushafları arasındaki ihtilâflar doğruluk hususunda Mushafların karşılaştırılmasındaki dikkatsiz liği ortaya çıkarmıştır.1
İbn-i Ebi Davud'un başka bir nakli bu önemli hususta daha ciddî ihmalkârlıkların olduğunu ortaya koymaktadır: "Mushafların nüshaları hazırlandığında bir nüshayı Osman'a götürdüler. Osman eline alıp baktı ve çok güzel hazırlamışsınız dedi, sonra şunları ilâve etti: Lâkin bir takım imlâ hataları var, eğer dikte eden "Huzeyl" kabilesinden yazan da "Sakif" kabilesinden olsaydı, bu hatalar olmayacaktı fakat önemli değil, Araplar ana dilleri olması nedeniyle bunları doğru okurlar."2
İmlâ hatalarının olmaması için Allah'ın kitabının daha dikkatlice incelenilmesi gerekmiyor muydu? Öte yandan Araplar ana dilleri olması hasebiyle halifenin beyan ettiği iyimser arzunun ne anlamı olabilir? Acaba Osman işin başında dikte ediciyi "Huzeyl" yazıcıyı da "Sakife" kabilesinden seçemez miydi? Hâlbuki onları bu işe daha lâyık olduklarını kendisi tespit etmişti, lâkin o, daha lâyık olanların yerine kendi dostlarından ve akrabalarından kimseleri tercih etti. Nitekim bu yersiz seçim daha sonraları Müslümanlar arasında farklı kıraatlerin meydana gelmesine neden oldu.
Do'stlaringiz bilan baham: |