BÖLÜM 19
Üç sene, (1919-20 ve 21'de) burjuva
partilerinin toplantılarına devam ettim. Takip
ettiğim
bu
toplantılar
benim
üzerimde,
gençliğimde içtiğim bir kaşık balık yağının
yaptığı tesiri meydana getirdi. Tıpkı bir kaşık
balık yağım yutmak gibi bir şey... Belki de pek
iyi bir şey, fakat tadı çok korkunç. Eğer
milletimizi kurtarmak istiyorsak, milletimin elini
kolunu
bağlayıp
bu
burjuva
partilerinin
toplantılarına götürmek ve dışarı kaçmaması için
salonun kapısını kapalı tutmak ve toplantının
bitimine kadar kimsenin dışarı çıkmasına izin
vermemek mümkün olursa, belki bu takdirde bir
iki yüzyıl sonra bir başarı kazanılabilir.
Fakat hemen şunu itiraf edeyim ki, o zaman
hayatın benim için bir değeri kalmayacak ve
belki de Alman olmamayı tercih edeceğim. Ama
ne var ki, Tanrı'ya şükürler olsun, sağlam ve
ahlâkı henüz bozulmamış olan halkımızın bu
burjuva toplantılarından şeytanın kutsal sudan
kaçması
gibi
nefret
etmesi,
beni
teselli
etmektedir.
Burjuva
düşüncesini
ve
bu
düşüncelerin hayranlarım yakından tanıdım.
Artık bu pis burjuvaların neden hitabetin
kıymetini anlamadıklarına şaşmıyorum. Bu üç
sene zarfında Nasyonal Almanların, Alman Halk
Partisi'nin, Bavyera Halk Partisi'nin ve Bavyera
Merkez
Partisi'nin
hemen
hemen
bütün
toplantılarını takip ettim, işte, bu toplantılarda
saptadığım durum şuydu: Toplantılara katılanlar
bir cinsten ve yeknesak kimselerdi. Yani
toplantılara gelenlerin büyük bir çoğunluğu
esasen partinin üyeleri idiler.
Hiçbir disiplin işaretine rastlanmayan bu
toplantılardaki
genel
hava,
devrimlerin
gerçekleştiği toplantıları andırmaktan çok, kâğıt
oynanan bir kahvehanenin dumanlı pis havasına
benziyordu. Öte yandan, konferans veren hatip
de, bu ağır havanın bozulmaması İçin elinden
geleni
yapıyordu.
Konferans
verenler
bağırıyorlar di, nutuklarını çok yüksek sesle
veriyorlardı.
Fakat
aslında
yaptıkları
iş,
nutuklarını okumaktan ibaretti. Bu nutukçuklar,
bir gazete üslûbu ile veya ilmi bir yazı şeklinde
kaleme alınmıştı. Nedense kuvvetli ifadelere
rastlanmıyordu. Ara sıra ustaca, fakat faydasız
nutuklar verildiği de oluyordu. Bu nutuklar, parti
idare heyetlerine dahil olan zevatın lütufkâr bir
gülüşmelerine hedef oluyordu. Kahkaha ile
gülmüyorlardı. Bu onlar için münasebetsizlik
olurdu. Gizlice kibar bir şekilde gülücükler
yapıyorlardı. Bir gün, Münih'te bir toplantıya
şahit oldum. Leipzig'de harbin yıldönümü
dolayısıyla
bir
miting
yapılıyordu.
Daha
önceden hazırlanan nutuk bir üniversitenin
profesörü tarafından okundu. Yönetim kurulu
üyeleri en güzel yerde oturuyorlardı. Üç kişi
idiler. Sağ ve soldakiler gözlüklü, ortada duran
ise gözlüksüzdü. Üçü de redingot giymişti .Bu
durumları insanda, idam kararına hükmetmiş bir
mahkeme kurulunun veyahut tantanalı bir vaftiz
merasimine katılanların intibaını uyandırıyordu.
Güzel sayılabilecek sözde nutuk pek kötü bir
tesir oluşturdu. Daha 45 dakika dolmadan
mitinge katılanların hepsi, hipnotize edilmiş gibi
bir uykuya daldı. Mitinge bir sessizlik hâkim
olmuştu. Bu sessizliği sadece dışarı çıkan bir
kimsenin ayak gürültüsü ve dinleyicilerin
gittikçe
çoğalan
esnemeleri
bozuyordu.
Toplantıda, belki merak ederek, belki de delege
olarak hazır bulunan üç işçi, ara sıra
saklayamadıkları alaylı gülümsemelerle bakışıp
duruyorlardı. Bu üç kişi, nihayet birbirini
dirsekleriyle dürterek, sessizce toplantıyı terk
etti. Dikkatimi çeken tarafları, toplantıyı ne
pahasına olursa olsun, ihlâl etmek istemedikleri
oldu. Hakikaten böyle bir yerde münakaşa
etmenin hiçbir faydası yoktu.
Nihayet
sesi
gittikçe
kısılan
profesör
konferansını bitirdi. Toplantının başkanı olan
gözlüksüz zat ayağa kalkarak, âdeta öter gibi
profesörün gayet güzel bir şekilde konferans
verdiğini söyleyerek toplantıya katılan hemşire
ve kardeşlerine minnettarlığını açıkladı. Ona
göre konferans münakaşaya yer bırakmayacak
şekilde geçmişti. Sonuç olarak, herhangi bir
tartışmanın
olması,
kıymetli
vakitlerinin
kutsallığını ihlâl etmek olacaktı. Bundan dolayı,
bütün dinleyicileri hislerine tercüman olarak, bir
münakaşa
yolu
açmaktan
çekiniyordu.
Toplantıyı kapatarak hep bir ağızdan "Biz
hepimiz bir vücut olmuş kardeş milletiz" marşını
söylemeyi teklif etti. Marş söylendi.
En sonunda başkan Alman marşını söylemek
teklifinde bulundu. Bu marş da söylendi. Bende,
ikinci marş söylenirken seslerin eksilmiş olduğu
kanaati
oluştu.
Yalnız
marşın
nakarat
kısımlarında sesler çoğalıyor ve yükseliyordu.
Demek ki herkes, marşın güftesini tam olarak
bilmiyordu.
Toplantı dağıldı. Daha doğrusu herkes
mümkün olduğu kadar çabuk dışarı çıkmak için
kapılara hücum etti. Bunlardan bir kısmı dışarıda
bira içecek, bir kısmı kahve içecekti ve bir kısmı
da serbest ve temiz havaya kavuşmaktan
memnun kalacaktı.
Ben üçüncü kısma dahil olanlardandım.
Serbest havaya kavuşmak istiyordum. Acaba,
yüz binlerce Prusyalı ve Almanın kahramanca
mücadelesi bu gibi toplantılarla mı kutlanacaktı?
Hiç şüphe yok ki hükümet bu hali hoş karşılar
ve beğenir. Çünkü bu bir barışseverlik
toplantısıdır. Burada bir bakan için asayiş ve
emniyet bakımından endişe duyulacak bir hal
yoktur. Şevk ve heyecan, hiçbir zaman burjuva
adabına tecavüz etmeyecek ve idari hudutları
hiçbir zaman aşmayacaktır.
Toplantıya
gelenler,
toplantıdan
sonra
kendilerini bir birahane veya kahvehaneye
atacak, şevk ve heyecan içinde grup grup
sokaklarda dolaşarak "Almanya çok yaşasın"
diye bağırmayacak ve böylece istirahat ihtiyacı
olan zabıta kuvvetinin de canının sıkılmasından
endişe edilmeyecektir.
İşte bundan dolayı bu halkın durumundan ve
davranışlarından memnuniyet duyabilirler.
Biz
Nasyonal
Sosyalistlerin
yaptıkları
mitingler
ise
tam
aksine
sakin
geçen
toplantılardan değildi. Onlarınki ile bizim
yaptığımız toplantılarda iki hayat görüşünün
dalgaları çarpışıyordu. Toplantılarımız, hiçbir
zaman
vatanperverce
şarkıların
tatsız
terennümleri ile değil, tersine ırkçı ve milli
ihtirasların ortaya çıkmasıyla sona eriyordu.
Daha işin başından itibaren, toplantılarımızda,
kati bir disiplin kurduk, idare heyetine mutlak
bir otorite sağlamak gereğini anladık. Keza,
bizim
verdiğimiz
nutuklar
burjuva
konferanslarmdaki â-ciz hatiplerin gevezelikleri
şeklinde değildi. Toplantılarımızda sarf edilen
sözler fikir ve kanaatler, mevzu ve şekil
itibariyle rakiplerimizin karşı koymalarım davet
edecek içerikte idiler.
Toplantılarımıza
birçok
rakiplerimiz
de
katıldılar. Bazı kere toplantılarımıza rakiplerimiz
kesif bir kalabalık halinde katılıyorlardı. Bu
kalabalık birkaç demagogu da arasına almayı
ihmal etmiyordu. Yüzlerinden daima şu ifade
okunuyordu:
"Bugün
sizlerle
kozlarımızı
paylaşacağız, hesabınızı göreceğiz."
Her gelişlerinde bunlara, her tarafı parçalamak
ve bu işe artık bir son vermek yolunda talimat
veriliyordu. Birçok kere bu talimatın icrasına kıl
payı kaldı, işte bu sıralarda, bizim idare
heyetimizin sonsuz enerjisi ve kendi zabıta
teşkilâtımızın sert mücadele kabiliyeti, âdi
rakiplerimizin emel ve tasavvurlarına set çekti.
Bizlere karşı galeyana gelmeleri için birçok
sebep vardı. Bizim duvar ilânlarımızın kırmızı
rengi,
onları
toplantılarımıza
çekiyordu.
Komünistlerin
kızıl
renklerinden
istifade
ettiğimiz zaman burjuvalar dehşet içinde kaldılar
ve bu davranışımızı pek şüpheli bir şey olarak
kabul ettiler. Nasyonal Almanlar, bizlerin esas
itibariyle bir nevi Marksizm'i müdafaa ettiğimizi,
çekirdek halinde birer sosyalist olduğumuzu
yayıyorlardı. Çünkü bu kalın kafalılar bugüne
kadar
hakiki
Nasyonal
Sosyalizm"
ile
"Marksizm'in
arasındaki
büyük
farkı
anlayamamışlardı.
Rakiplerimiz
toplantılarımızda "Baylar ve Bayanlar"a hitap
etmeyip,
sadece
vatandaşımıza
hitapta
bulunmamızı ve birbirimize bir parti arkadaşı
muamelesi ettiğimizi görünce bizi "Marksist"
zannettiler.
Bizler çoğu zaman tavşan postuna girmiş bu
ahmak
burjuvaların
paniğe
kapılışlarına
kahkahalarla gülüyorduk. Bu rakiplerimizin,
bizim kaynak, niyet ve gayemiz hakkında sanki
büyük bir bilinmez ile karşı karşıya kalmış gibi
kafa patlatmalarına gülmemek elde değildi.
Duvar
ilânlarımızda
kırmızı
rengi
tercih
edişimizin
sebebi
şuydu:
Solcuları
hiddetlerinden köpürtmek, onların nefret ve
galeyanlarını tahrik etmek, böylece hiç olmazsa
sabotaj yapmaları için toplantılarımıza gelmeye
onları mecbur bırakmak. Çünkü fikriyatımızı bu
kimselere duyurmanın yegâne şekli bu idi. Bu
taktiğe, uzun uzadıya düşündükten sonra
başvurduk, işte o vakitler, düşmanlarımızın
kendilerini şaşırmış ve âciz kalmış hissettiklerini
anladıkça
devamlı
bir
şekilde
taktik
değişmelerini görmek ve bu hallerini takip
etmek bizlere keyif veriyordu. Önceleri, kendi
tarafla
rina
bizim
toplantılarımızı
önemsememeleri ve katılmamaları en ı M ni
verdiler. Bu yasağa genellikle uyuldu. Fakat,
yavaş yavaş içlerin den bazıları bu yasağa
rağmen toplantılarımıza geldi. Gitgide sayı
çoğalmaya başladı. Artık doktrinimiz onlara tesir
etmeye başlamıştı. işte bu sırada rakip liderler
yavaş yavaş sinirlendiler ve endi şeye düştüler.
Endişeye kapılan ve sinirlenen rakip liderler,
bu gelişmeye kaı sı seyirci kalmanın mümkün
olamayacağını kabul ederek, teren usulleri ile bu
vaziyete bir son vermek icap ettiğine kanaat
getirdi ler. işte bundan sonra kızıl liderler, eğitim
görmüş, bilinçli proleteı lere başvurdular. Artık
salonlar toplantılarımız başlamadan 45 dakı ka
kadar önce işçilerle doluyordu. Toplantılarımız,
fitilleri tutuştu rulmuş olduğu için her an havaya
fırlayacak barut dolu fıçılara benziyordu. Fakat
hiçbir zaman bu patlama meydana gelmedi.
Bu işçiler, toplantılarımıza bize düşman olarak
geldiler, belki taraftar olarak değil ama, hiç
olmazsa kendi öğretilerinin kıymetsi: bir şey
olduğuna kanaat getirerek döndüler.
Ben, üç saat kadar süren nutuklarımdan sonra,
taraftarlarımız la, rakiplerimizi kaynaştırıp,
heyecanlı tek bir kütle haline getirme ye
muvaffak oluyordum. Artık toplantılarımızı
bozmak ve dağıtmak için verilen işaretler ve
emirler hükümsüz kalıyordu, işte bu durum
karşısında rakip liderler büyük bir korkuya
düştüler. Yapabilecekle ri tek işe başvurdular.
Tekrar, işçilerin toplantılarımıza gelmelerine
mâni oldular.
Toplantılarımıza, bu ikinci yasaktan sonra
gelenler azaldı. Fakat, aradan çok zaman
geçmeden aynı hareket ve aynı faaliyet tekrar
başladı.
Yasağa uyulmuyordu. Yoldaşların sayısı
gittikçe arttı. Sonunda, radikal taktik taraftarları
yine üstün geldiler. Tekrar şu karara varıldı:
Bizim toplantılarımızı takip edilmesi olanaksız
duruma getirmek.
Yaptığımız iki, üç... sekiz, ya da on
toplantıdan
sonra
anlaşıldı
ki,
bizim
toplantılarımızı
basmak
tasarısı,
uygulama
alanına koymaktan daha çok teoride kolay bir iş
olarak
kalıyordu.
Her
toplantı
sonunda
komünistlerin kayba uğradıkları anlaşılıyordu.
Tekrar işçi sınıfına şu anons yapıldı: "Yoldaşlar
kadın ve erkek işçiler, Nasyonal Sosyalistlerin
toplantılarından
sakınınız!..."
Komünistlerin
bizimle olan mücadelelerindeki değişiklik kendi
basınlarının yayınlarından anlaşılıyordu. Çok
kere bizleri sessizliğin içine gömmek arzusunu
gösterdiler. Daha sonra bu usulün de tesirsiz
kaldığını görerek, tekrar terör hareketlerine
lüzum duydular.
Gün geçtikçe bizden şu veya bu sebeple
bahsediliyordu. Kendi aralarında, işçilere bizim
genç hareketimizin çok gülünç olduğu hakkında
birtakım zırvalar anlatılıyordu. Fakat bu zavallı
efendiler,
taktiklerinin
hiçbir
faydasını
görmediklerini yavaş yavaş anlamaya başladılar.
Bu âdi hareketlerinin bize zararı değil, faydası
dahi oluyordu.
Çünkü bu efendilerin dedikleri gibi, bizim
genç hareketimiz gülünç idiyse, neden bu kadar
bu hareketle meşgul olunuyordu.
İşte böyle düşünenlerde merak uyanıyordu.
Bunun üzerine bir yarı geri çekilme taktiğine
başvurdular. Bir müddet de bizleri, insanlığa
kastetmek isteyen korkunç caniler olarak
göstermeye başladılar. Makale üstüne makale
yazdılar. Yalan uyduruyordular. Devamlı bir
şekilde bize yakıştırdıkları cinayetleri ballandıra
ballandıra anlattılar, yazdılar.
Aradan çok geçmeden bu hücumun da bizim
genç hareketimize zerre kadar bir tesiri
olmadığını gördüler. Zavallıların başvurdukları
bu yalanla saldırgan hücum taktiği hakikatte
bütün dikkatleri bizim üstümüze çekti ve bundan
kızıllar değil, biz faydalandık.
Bunun üzerine ben şu biçimde hareket etmeye
karar verdim. Faaliyetimizde bir değişiklik
yapmayacaktık. Komünistler, istedikleri kadar
bizi hafife alsınlar, bizimle eğlensinler ve bizlere
sövüp saysınlar, hareketimizin istikametini hiçbir
surette değiştirmeyecektik. Bu âdi iftiraların hiç
ehemmiyeti yoktu, isterlerse bizi birer maskara
veyahut birer cani olarak teşhir etsinler. Bizim
için hiç mühim değildi. Esas olan bizden
bahsetmeleri, bizlerle meşgul olmaları, kendi
aralarında bizleri konuşmaları idi ve en mühimi,
yavaş yavaş işçinin nazarında, bizim ile
mücadele edilmesi icap eden bir kuvvet gibi
görünmemizde idi.
Hakikatte ne olduğumuzu, ne istediğimizi
maksadımızın esasını günün birinde basının bu
köpek
sürülerini
andıran
Yahudilerine
gösterecektik. Toplantılarımızın tam anlamıyla
sabote edilememesinin tek sebebi kızıl liderlerin
korkuları idi. Bu korkaklıkları akla hayale
sığmayacak kadar büyüktü. Bütün müşkül
anlarda bu kızıl liderler, ileri saflara astları
sürdüler.
Kendileri
ise
daima,
kavganın
meydana geldiği salonların dışında kalıp, sonucu
beklediler.
Bunların niyetleri hakkında, gayet sağlıklı
bilgiler alabiliyorduk. Bu sıhhatli bilgileri, yalnız
bazı
taraftarlarımızı
kızıl
teşkilât
içinde
bırakmakla temin etmiyorduk, aynı zamanda
kızıl propagandacıların gevezeliklerine kulak
kabartmamız da çok iyi bilgi toplamamıza
yardım
ediyordu.
Bu
gevezelerden
çok
faydalandık. Şunu esef ederek söyleyeyim ki,
Alman milletinde bu denli gevezeliğe çok
tesadüf edilir. Bir plân hazırlanınca, nedense
Almanlar ağızlarını tutamazlar. Çoğu zaman
yumurtlamadan gıdaklarlar.
Biz birçok defa, aleyhimizde hazırlanan geniş
suikast plânlarım bu sayede öğrendik. Böylece
komünist sabotaj ekipleri, hiçbir zaman kapı
dışarı edileceklerini akıllarına getirmedikleri bir
anda kendilerini salonun dışında buldular.
O günlerde toplantılarımızın emniyet ve
a s a y iş in i bizzat temin etmeye mecburdum.
Hükümetin himayesine hiçbir zaman itimat
edilemezdi. Hattâ hükümet tam aksine olarak
toplantılarımızda gürültü çıkaranları himaye
ediyordu. Çünkü hükümet kuvvetlerinin tek
müdahalesinin
esas
neticesi,
toplantıyı
dağıtmaktan ibaretti. Kızılların da tek istekleri ve
amaçları bu değil miydi?
İşe bu hususta emniyet kuvvetlerince bir usul
meydana getirilmiştir. Bu usul hukuka aykırı ve
sonucu en kötü bir harekettir. Hükümet erkânı,
bir toplantıyı yarıda bırakmak için teşebbüsün
olduğunu haber aldığında, emniyet ve asayişi
bozanları tutuklamak yerine, biz masumları
toplantımıza devam etmekten alıkoyuyordu. Bir
emniyet memuru bu usulü büyük bir aklın ve
hikmetin eseri (!) ve kanuna aykırı bir faaliyete
meydan vermemek için başvurulan bir tedbir (!)
olarak vasıflandırıyordu.
Bundan çıkacak sonuç şudur: Azmetmiş bir
haydut, namuslu bir adatnı, her türlü siyasal
hareket
ve
faaliyetten
daima
alıkoymak
imkânına sahiptir. Devlet ise emniyet ve asayiş
adına, bu azılı haydudun önünde eğilir ve
böylece masumane bir şekilde haydudu tahrik
ve teşvik eder.
İşte biz Nasyonal Sosyalistler, herhangi bir
yerde bir toplantı yapmak için faaliyete geçsek
sendikalar kendi üyeleri ile bizim bu toplantımızı
dağıtacaklarını söyleseler, polis bu durum
karşısında şantajcı kızılları hapse tıkmadığı için,
bizi toplantı yapmaktan men eder. Hattâ bu
kanun adamları, birçok kere, toplantı yasağım
bize , yazılı olarak tebliğ etmek suretiyle bu
mantığa
sığmayan
hareketlerini
yüzsüzce
uyguladılar.
Toplantılarda bu gibi hareketlere karşı
müdafaa tedbiri alınmak İsteniyorsa, yapılacak
şey asayişi ihlâl edecek olan teşebbüsleri daha
İşin başından itibaren zararsız hale getirecek
çareler aranmalıdır.
Ayrıca
şu
husus
da
akıldan
uzak
tutulmamalıdır. Toplantının sadece emniyet
kuvvetlerinin himayesi altında cereyan etmesi,
toplantıyı tertip eden liderlerin halk nazarındaki
itibarını sarsar. Büyük bir polis kuvvetinin
himayesine ihtiyaç gösteren toplantılar, halkın
nazarında hiçbir ehemmiyet ve cazibeye haiz
olamazlar. Keza, milletinin aşağı tabakalarının
nazarında başarının ilk önemli şartı bir kuvvet
gösterisinde bulunmaktır.
Cesur bir adamın, bir korkağa kıyasla
kadınların kalplerini kolaylıkla fethettiği gibi,
kahramanca bir hareket de, bir milletin hassas
kalbini, korkakça ve polis kuvvetinin himayesi
sayesinde yapılabilen bir toplantıdan çok daha
kolay elde eder.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı, bizim
partimiz
hayatını
koruması
ve
devam
ettirebilmesi için, kızıl teröristlere karşı bizzat
tedbir almalı ve rakiplerinin hareketlerini kendi
kuvvetleriyle bizzat ezmelidir.
Bizim toplantılarımızda asayiş, mitinglerimizi
emin bir psikoloji ruhu ve enerji ile idare etmek
ve aynı zamanda sükûneti korumakla vazifeli
arkadaşlardan kurulu bir teşkilât sayesinde temin
edildi.
Bir toplantı tertip ettiğimiz zaman, bu
toplantının hâkimi bizden başkası değildi.
Kızıl rakiplerimiz şunu pek iyi biliyorlardı:
Bizi tahrik edecek, toplantımızda gürültü
çıkaracak grup, bize oranla kalabalık da olsa,
örneğin beş yüz kişiye karşı bir düzine kadar
olsak bile kapı dışarı edilecektir, işte bu
sıralardaki
ve
özellikle
Münih
dışındaki
toplantılarımızda yüzlerce rakibimizin karşısında
on beş on altı Nasyonal Sosyalistin bulunduğu
oldu.
Bu orantısız duruma rağmen biz herhangi bir
tahrik
hareketine
müsaade
etmedik.
Toplantılarımızda hazır bulunanlar mağlûbiyeti
kabul etmektense, dayak yemeği göze aldığımızı
pek iyi biliyorlardı. Çok defa, öyle anlar oldu ki,
biz bir avuç arkadaşla, köpekler gibi uluyan,
patırdı gürültü eden büyük kızıl topluluğun,
kahramanca üstesinden geldik. Biraz korkak
olmasalardı, on, on beş kişiye karşı en sonunda
galip gelebileceklerini anlayabilirlerdi. Fakat bu
galibiyeti
elde
edebilmeleri
için
kendi
arkadaşlarından birkaçının kafasının patlaması
icap edecekti, işte bunu göze almak cesaretini
göste-remiyorlardı.
Marksçıların ve burjuvaların toplantılarmdaki
stratejiyi uyguladık. Bu uygulamalardan gayet
iyi
sonuçlar
aldık.
Marksçılar
kendi
toplantılarına burjuvalar tarafından bir sabotaj
yapılmayacağını bildikleri halde, toplantılarda
körü körüne bir disiplin kurmuşlardı Halbuki
Marksçılarda toplantı dağıtmak emeli pek
şiddetli bir şekil de kendim gösteriyordu. Hattâ,
kendilerine rakip olanların toplantı larında
gürültü çıkarmakta çok yetenekliydiler. Ayrıca,
birçok ilde yalnızca Marksist olmayan bir
toplantı yapmanın bile proletarya aleyhinde bir
hareket olduğu fikrim yaymışlardı.
Hele hele, Marksçılar işlerine gelmeyen bu
toplantılarda
işçileri
birer
kukla
gibi
oynattıklarının
ve
yaptıkları
hıyanetlerin
listelerinin açıklanacağı ve halkı aldatmak için
uydurdukları yalanların ortaya döküleceğini
tahmin ederlerse büsbütün azarlar. Böyle bir
toplantı mn yapılacağı ilân edilince, bütün kızıl
basın korkunç bir gürültü çıkarır. Çoğu zaman,
kanun aleyhtarlığını kendileri için bir sistem
kabul eden bu alçaklar, önce hükümete
başvurarak, proletarya aley hindeki bu tahripkâr
toplantının, birtakım sonucu vahim olayla ı a
gebe olduğu gerekçesi ile derhal yasak
edilmesini rica ederler, hatta tehdit yolu ile
isterler.
Marksistler,
dillerini
yönetimin
aptallıkların,ı
uydururlar
ve
isteklerine
kavuşurlar.
Eğer, tesadüfen, bulunduğu mevkie lâyık
olmayan bir maymu na rastlamazlar ve hakiki
bir Alman memuru ile karşılaşırlarsa, işi r o vakit
proletaryaya karşı bir tahrik hareketine fırsat
verilmeyeceği ne dair beyanname yayınlayarak,
sefil
burjuvaların
suratlarını
proletaryanın
kemikli
yumruğu
ile
parçalamak
için
proleterlerin toplan tıya gelmelerini ilân ederler.
Bu burjuva toplantıları bir âlemdir, idare
heyeti endişe ve koı ku içindedir. Çoğu zaman
böyle
bir
tehditle
karşılaşınca
toplanı
ı
yapmaktan vazgeçerler. Bazen korku, bu pis
burjuvaları o kad.u şaşkına çevirirdi ki, toplantı
saat sekizde başlayacağı yerde, saat sekiz kırk
beşe veya dokuza kalırdı. Toplantının başkanı
salonda bu lunan muhalif gruba bin türlü
şaklabanlık yapar ve kendilerinin kanaat ve
fikirlerine iştirak etmeyenlerin de toplantıya
yetişebilmeleri
için,
başlama
saatini
geciktirdiklerine dair bin türlü yalan söyler.
Başkan, bu toplantının maksadı arasında, hiçbir
kimseyi fikir ve kanaatlerinden ayırmanın
bulunmadığım beyan eder. Toplantı başkanının
sözlerinden anlaşılacağı üzere ancak fikir
münakaşası sonunda bir anlaşmaya varılır ve bu
fikirler arasında bir köprü kurulabilir.
Bakın burjuvaların iddiaları nasıldı? Herkes
cennete kendi bildiği tarzda ulaşabilirdi. Sonuç
olarak herkese fikir ve kanaat hürriyeti verilmeli
idi. Bu esasa göre konferans veren hatip
sözlerine başlamak için müsaade rica eder.
Hemen ilâve ederler, bu nutuk zaten uzun
sürmeyecektir. Hiç olmazsa bu toplantıda işçi
kardeşler
ara-sında
bir
anlaşmazlık
bulunmamasını isterler.
İşte, bu toplantılarda sol tarafta oturan Alman
kardeşler hiç alicenap davranmazlar. Konferansı
veren hatip daha sözlerine başlamadan, gayet
şiddetli bir şekilde küfürlere muhatap olur.
Neticede pis burjuvalar piliyi pırtıyı toplamak
mecburiyetinde
kalırlar.
Korku
yüzünden
çektikleri acı kısa sürdüğünden dolayı, onları
şanslı saymak pek yanlış olmaz.
Bu burjuva toplantılarının serçe pehlivanları
sahneyi küfür, tezyif ve tahkir altında terk
ederler, çoğu zaman da kafa ve gözleri şişmiş bir
vaziyette merdivenin basamaklarım ikişer üçer
atlayarak sokağa kaçarlar.
Biz Nasyonal Sosyalistlerin tertip ettiği
toplantılar, Marksistler için bir yenilik oldu.
Bizim toplantılarımıza bu kızıllar birçok defa
oynamış oldukları komediyi yine sahneye
koyacaklarından emin olarak geliyorlardı.
Ağızlarında hep şu cümle vardı: "Bugün şu
adamların işlerim göreceğiz!" Bazı kere, bu
kızıllardan birinin arkadaşına, salona girerken
yüksek sesle böyle söylediği olurdu. Fakat bu
kızıl, ikinci bir
cümle
söylemeye
fırsat
bulamadan sokakta kendine gelirdi.
Toplantılarımızı idare etmek için bizim
kendimize has usullerimiz vardı. Biz Nasyonal
Sosyalistler,
halktan
konferansı
lütfen
dinlemesini talep ve rica etmezdik. Hiçbir zaman
toplantılarımızda bitip tükenmez bir münakaşa
vaat etmezdik. Dinleyiciye toplantının sahibi ve
hâkimi olduğumuzu önceden açıklar ve ilân
ederdik. Bir kere dahi olsun, hatibin sözünü
kesmeye cüret edecek bir kimsenin gözünün
yaşına bakılmadan kapı dışarı edileceği haber
verilirdi. Bu denli bir küstahlıkta bulunacak
kimsenin
başına
geleceklerden
sorumlu
olamayacağımızı önceden söylerdik. Vakit olur
da, canımız isterse belki bir münakaşa kabul
ederdik.
Yoksa,
toplantılarımızda
hiçbir
münakaşanın cereyan etmesine fırsat vermezdik.
Bütün bunları toplantıyı takibe gelenlerin
kafalarına soktuktan sonra, "şimdi söz hatip
falan kimsenindir" diyerek toplantıyı açardık.
İşte bu şekil davranışımız dahi, kızılları
hayretten hayrete düşürüyordu.
Bir kere, bizim partimizde bu toplantılarda
asayişi sağlamakla görevli olan ve bu iş için pek
iyi hazırlanmış bir salon güvenlik teşkilâtımız
vardı. Burjuva toplantılarında asayişi sağlayacak
kimseler, itaat ve saygı görebilsinler diye yaşlı
kimselerden olurdu. Kızıllar ise yaşa, saygıya ve
otoriteye
kulak
asmadıkları
için
burjuva
toplantılarında asayişi sağlayacak ekip âdeta yok
gibiydi. Bizim mücadelemizin daha başından
itibaren bu asayiş işini sağlayacak ekiplere
daima genç arkadaşları aldım. Bunlann çoğu
askerlik arkadaşlarım idi. Bazıları ise partimize
yeni kaydolmuş gençlerdi. Bunlara daima şunu
s ö y le d im : Terör ancak terör ile yokedüir,
dünyada yalnız cüretkar ve aziroh kimse her
zaroan galip getir. Biz, kudretli, asil ve yüksek
bir Sikir uğranda mücadele ediyoruz. Bu Bkir
kanımızın
son
damlasına
kadar
müdaafa
edilmeye değer bir fikirdir.
Genç arkadaşlarım şu kanaat ile dolu idiler:
Aklın bingi yerde, son karar cebir ve şiddete
aittir. En iyi müdaafa silahı ise, saldırıya
geçmek-tir.Güvenlik
teşkilâtımızın
çalçene
heriflerin kulüplerine benzemediğini, enerji dolu
bir mücadele topluluğu olduğunu her yana
yaymak gerekiyordu. Bu gençlik böyle bir
parolaya susamıştı.
Bizim
mücadeleyi
başlatıp,
hedefine
vardıracak olan neslimiz bir hayal kırıklığı
içinde idi, derin bir nefret ve isyan duyuyor ve
korkak burjuvaları hakir görüyor, bunlardan
âdeta tiksiniyordu.
Memleketteki
bu
değişikliğin,
burjuva
hükümetin milletimizin canlı kuvvetlerinin
imhasına fırsat verdiği için meydana geldiği
ortada idi. Alman milletini himaye edecek
yumruklar hâlâ vardı. Fakat bu yumrukları sevk
ve idare edecek başlar eksikti.
Ben, bu gençlere^vazifelerinin önem ve
gerekliliğini anlattığım, dünyanın en büyük akıl
ve hikmeti, eğer kendisine hizmet edecek bir
kuvvet ve idareden mahrum ise; her büyük sulh
esefinin ancak kuvvetle himaye edilmesi lâzım
geleceği için yok olacağına izah ettiğim zaman,
gençlerin gözleri pırıl pırıl ışıldıyordu.
Konuşmalarım sayesinde gençler, mecburi
askerlik hizmetlerini bambaşka bir biçimde
görmeye başladı. Benim anlattığım askerlik
vazifesi ölü bir devletin otoritesi altında, kaskatı
olmuş yaşı geçkin bir memurun tasavvur ettiği
mânada bir askerlik hizmeti değildi. Ben, ferdi
hayatı feda ederek, her zaman ve her yerde,
bütün bir milletin hayatını korumak için canlı bir
şuurun idrak ettiği bir askerlik hizmetinden
bahsediyordum.
Bu gençler, kavganın içine büyük bir
heyecanla, şevkle atılıyorlardı. Toplantılarımızda
gürültü eden kızılların üstlerine, sayıca üstün
olduklarına bakmaksızın ve buna hiç önem
vermeksizin, eşekarısım andıran bir şekilde
saldırıyorlardı. Hiçbir zaman yaralanmaktan ve
kanlarım dökmekten çekinmiyorlardı. Onların
ruhlarına, yalnız hareketimizin kutsal görevine
yol açmak düşüncesi dolmuştu.
Partimizin emniyet teşkilâtı, 1920 senesinin
yaz aylarında açık nizamnameler ile kayıt altına
alındı. 1921 senesinin yazına doğru teşkilâtımızı
muhtelif gruplara ayırdık. Bunu yapmamız
özellikle gerekliydi. Çünkü, gün geçtikçe
faaliyetimiz büyük bir hızla artıyordu.
Münih'teki, Hofbrauhaus düğün salonundaki
toplantılarımıza devam ettiğimiz gibi, yine bu
şehirdeki diğer büyük salonlarda da çoğu zaman
toplantı tertip ediyorduk.
Münih'te burjuvaların devam ettiği büyük bir
birahane olan Bürgerbrau ve yine büyük bir
birahane olan Kindkeller'de 1920 ve 1921
yıllarının sonbahar ve kış aylarında gittikçe
büyük bir alâka gören görkemli toplantılar
yaptık.
Bu
arada
değişmeyen
bir
oyun
her
toplantımızda oynanıyordu. Alman Nasyonal
Sosyalist işçi Partisi'nin toplantılarının yapıldığı
salonun kapısı, toplantı başlamadan önce polis
tarafından kapatılmak isteniyordu. Çünkü salon
"ağzına kadar" dolmuş oluyordu.
Bu sıralarda güvenlik teşkilâtımız, bizi pek
önemli bir sorunu çözümlemeye zorladı. Bugüne
kadar hareketimizi temsil eden bir işaret, bir
bayrak yoktu. Bu türlü sembollerin bulunmayışı
yalnız o günler için birtakım sorunlar ortaya
koymakla kalmaz, gelecek için de zararlı olurdu.
Do'stlaringiz bilan baham: |