Kuşadası, 2 Nisan
Üç gün evvel, mektebi iade ettiler. Beş yıllık fâsıladan sonra tekrar
derse başladık. Fakat, nemelazım, sene sonu oldu gitti. Bahar, sınıfları
pırıltılı güneş aydınlıklarıyla, ılık çiçek kokularıyla dolduruyor.
downloaded from KitabYurdu.org
336
Duvarlarda Akdeniz’in yeşil hareleri dolaşıyor, çocuk olsun, büyük
olsun, kimsede çalışmaya istek yok.
Başmuallim, bir türlü Kuşadası’nda kalmak istemiyordu. Bir ay
evvel başka bir yere gönderdiler. Yerine beni tayin ettiler. Hem de
unvanımı “Müdire”ye çevirmek şartıyla. Ben bu cihetten bu işe memnun
olmadım. Çünkü muallim arkadaşlarım tuhaf bir nazarla bakmaya
başladılar.
Gerçi bunlar, öyle malumatlı, meziyetli insanlar değil, fakat ne
olursa olsun, yaşlı başlı kadınlar. Maarif memurlarının dedikleri gibi her
birinin onbeşer, yirmişer senelik “kıdem”leri var. Onların yerinde olsam,
sonra, günün birinde kendi kızımdan küçük bir çocuğu başıma getirseler,
zannediyorum ki benim de kalbim kırılır.
Mart iptidasında Hayrullah Bey’i tekaüt ettiler.
Kendisi zengin adam, maaşa muhtaç değil. Mamafih, mahzun oldu.
-Sevgili ayıcıklarımdan birçoğunun gözlerini elimle kapadım,
isterdim ki, benim gözlerimi de onlar kapasınlar, mezarıma onlar
götürsünler, olmadı, dedi.
Hayrullah Bey, malumat cihetinden de çok mükemmel bir adam.
Bütün gençliğini okumakla geçirmiş. Evinde kocaman bir
kütüphanesi var. Dünyada kitaptan lüzumsuz, boş şey olmadığını
söylüyor. Kitap yazanlar gibi, okuyanların da hayatta hiçbir şey
görmeden geçip giden budalalar olduğunu iddia ediyor. Geçen gün onu
kuvvetli bir itirazla mağlup etmek istedim.
-Madem ki öyle siz niçin bu kadar çok okudunuz, hatta beni de
buna teşvik ediyorsunuz? dedim.
Bu, öyle itirazdı ki, akan suları durdururdu. Fakat o, hiç
bozulmadı, bilâkis, kahkahalarla gülüp, benimle eğlenerek:
-Daha iyi dedin ya, beni budala değil diye sana kim söyledi, küçük,
dedi.
Bu ihtiyar doktoru anlamıyorum ki... Her neyi severse aleyhinde
downloaded from KitabYurdu.org
337
bulunuyor. Hatta öyle hissediyorum ki, beni bile azarladığı zaman her
zamankinden daha çok seviyor.
Hastaneyi bıraktığı günden beri kâh günlerce evine kapanarak
kitap okuyor, kâh askerlikten kalma çizmelerini çekiyor, sırtına
jandarma gibi bir tüfek takarak Düldül’e biniyor: (düldül, onun pek
sevdiği emektar atıdır) bu kıyafetle köylerde bakacak hasta, kendini
meşgul edecek bir iş aramaya gidiyor.
Evinde seksenlik bir sütanne ile “Odabaşı” diye çağırdığı topal bir
bahçıvan var.
Üç gün evvel benimle Munise’yi evine davet etmişti. Pek
keyifliydi. Ben, kütüphaneyi karıştırırken o, Munise ile saatlerce çocuk
gibi oyun oynadı. Munise’ye öyle ciddi emirler veriyordu ki, gülmekten
bayılıyordum:
-Şimdi saklambaç oynayacağız, lâkin güç yere saklanmak yok ha,
parmak kadar vücudun var. Bir yere sıkışırsın, saatlerce beni yorarsın.
Sonra, beni bulamazsan, merak etme ha, belki saklandığım yerde uyur
kalırım.
Munise’yi birkaç güne kadar çarşafa sokuyorum. Şöyle böyle on
dördüne giriyor. Boyu şimdi tam benim boyum kadar. Küçük çiçekler
gibi açıldı, beyaz denecek kadar açık sarı saçlarının içinde beyaz küçük
yüzü, günün saatlerine göre değişen lacivert gözleriyle güldükçe
yanağında güller açan, ağladıkça gözlerinden inciler dökülen peri
kızlarına benzedi.
Hayrullah Bey, bu çarşaf meselesine çok kızıyor. Ben de onun
daha pek küçük olduğunu biliyorum ama, ne yapayım, korkuyorum.
Tanıdıklardan bazıları:
-Feride Hanım, sen bunu erkekten kaçır, vakitsiz kaynana
olacaksın, diyorlar.
İçime bir heyecan düşüyor. Hem seviniyor, hem titizleniyorum.
Kaynanalar için tevekkeli titiz demezler.
downloaded from KitabYurdu.org
338
Geçen gün, mektepten geliyorduk. Karşı kaldırımda on altı, on
yedi yaşlarında güzelce bir mektepli yürüyordu. Ara sıra bize bakışı
tuhafıma gitti. Peçemin altından, belli etmeden
Munise’ye baktım. Bir de ne göreyim. Hain sarı çıyan gözünün
ucuyla delikanlıya bakarak gülmüyor mu? O kadar meraklandım ki
sokağın ortasında düşüp bayılacaktım. Canavarı bileğinden yakaladım;
fena halde sıkıştırmaya başladım. Evvela inkâr etti. Baktı ki, bende
inanacak göz yok, yalandan ağlamaya başladı. Çünkü gözyaşlarına
dayanamayacağımı, benim de ağlayacağımı biliyor.
-Ben de sana yapacağım cezayı biliyorum, dedim. Çarşıda
bulduğum koyu nefti ipekliden bir çarşaf dikmeye başladım.
Bu sabah da bir elyotrop kavgası ettik. Birkaç ay evvel söz
arasında elyoptropu çok sevdiğimi söylemiştim. Hayrullah Bey, bilmem
nereden bulmuş, üç dört gün sonra bir şişe getirmesin mi? Bitmesin diye
çok ihtiyatlı kullanıyorum. Sağ olsun, yaramaz kız rahat vermiyor ki.
Musallat oldu, bir parça yalnız kaldı mı, odaya bir elyoptrop kokusudur
yayılıyor. Sonra, masum masum:
-Almadım vallahi abacığım, diye yemin ediyor.
Do'stlaringiz bilan baham: |