İkinci Bölüm
Misbah’uş Şeria’da İmam Sadık’dan (a.s) nakledilen bir hadiste1 ibadetlerin kalbi adabına, hakikatlerine ve sırlarına işaret edilmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Teşehhüd yüce ve celil olan Hakk’ın övgüsüdür. Hatta önceden de işaret edildiği gibi mutlak ibadet, bir isim veya isimlerle, veya tecellilerden bir tecelliyle veya hüviyet aslıyla Hakk’ı övmektir.”
Bu hadis daha sonra adabın başlıca ilkelerine işaret etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Zahirde kulluk ettiğin ve ubudiyet iddiasında bulunduğun gibi batınında da ibadet et ki kalbi/gizli ubudiyet, organik dış amellerine de sirayet etsin. Amel ve söz, batın ve sırrının sureti olsun. Ubudiyetin hakikati, vücudun bütün parçalarıyla, hem zahiri ve hem de batini parçalarıyla cereyan etsin. Organlardan her biri tevhitten nasiplensin ve zikreden kimsenin lisanı, zikri kalbine ulaştırsın.” Muhlis muvahhidin kalbi, tevhid ve ihlası diliyle ifade etmektedir. Ubudiyet hakikatinden rububiyeti talep eder ve bencillikten dışarı çıkarak Hakk’ın uluhiyetini kalbine ulaştırır. Bil ki kulların perçemi Hak Teala’nın elindedir. Herkes Hak Teala’nın meşiyet ve kudretiyle bakar ve nefes alır. Onlar bütün çeşitleriyle Hak memleketinde tasarruftan acizdirler. En küçük bir tasarrufta dahi bulunamazlar, meğer ki Mukaddes Zat’ın iradesi ve izni olsun. Nitekim buyurulduğu gibi “Allah-u Teala istediğini yaratır ve irade ettiğini seçer.” Hiç kimsenin kendi içinde iradesi yoktur, yani bağımsız bir şekilde Allah-u Teala, vücud memleketinde tasarruf hususunda şirkten münezzehtir. Bu latifeyi kalbine ulaştırdığın zaman Hakk’a şükretmen, hakikate dönüşür. Şükür, organlarına ve amellerine sirayet eder. Ubudiyette dil ve kalp birlikte olması gerektiği gibi, bu fiilî tevhidde de dilin doğruluğu, vuslata ermiş kalbin sırrının sefasıyla olmalıdır. Zira yüce ve celil olan Hak, yaratıcıdır. Ondan başka bir etken yoktur. Bütün iradeler ve meşiyetler, onun ezeli irade ve meşiyetinin gölgesidir.
Hakk’ın vahdaniyet ve uluhiyyetine şahadet adabından sonra da, mutlak kul ve son resul olan Peygamber’in mukaddes makamına teveccüh eder, ubudiyet makamının risalet makamından önceliği sebebiyle de ubudiyet adımının, sâliklerin bütün makamlarının öncülü olduğunu anlar. Zira risalet, ubudiyetin bir şubesidir ve son Peygamber hakiki kul ve de hakk’ta fanidir. Ona itaat Hakk’a itaattir. Risalete şahadet, vahdaniyete şahadete ulaşmaktadır. Sülûk eden kul da kendine dikkat etmeli ve Allah’a itaat olan Resul’e itaat hususunda, hiç bir kusur etmemelidir ki mukaddes dergaha ulaşmaktan ibaret olan ibadetin bereketlerinden, mutlak velinin yardımıyla mahrum kalmasın ve bilmek gerekir ki nimetlerin velisinin ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) yardımı olmaksızın mukaddes dergaha ve ünsiyet yerine ulaşmak mümkün değildir.
Do'stlaringiz bilan baham: |