b. Farsça Dîvân: Anlam derinliği, sanatlı – gösterişli bir dil kullanılan ve akıcılığın yakalandığı bir eserdir. Birçok anlamda Türkçe Dîvân ile bağdaşıklık göstermektedir. Bu eserin de başında şairin sanat anlayışını dile getirdiği bir ön söz bulunmaktadır. Yapıtın içerdiği türler ve üzerinde yoğunlaşılan konular da genel itibariyle Türkçe Dîvân ile aynıdır. Yalnızca Hz. Ali ve çocuklarına yapılan övgüler, mezhep önderlerine ithaf edilen şiirler bakımından Farsça Dîvân daha fazla içeriğe sahiptir.
Farsça Dîvân’ında kasideler bölümünün başında Fuzûlî’nin: Hakanî, Molla Câmî ve gene İran’ın ünlü şairlerinden olan Hüsrev’e nazire olarak yazdığı ve Enîsü’l-Kalb adını verdiği uzun kasidesi yer alır. Fuzûlî bu kasideyi Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden önce yazmış ve Bağdat’ın fethini sağlamakta etkili olması için İstanbul’a göndermiştir. (Mengi, 2008: s. 156)
Farsça Dîvân, Türkçe Dîvân’a oranla daha hacimlidir. Ülkemizde nüshaları sınırlı olan eser Manisa Muradiye Kütüphanesi nu.: 2668′de, Fatih Millet Kütüphanesi Carullah Ef. kısmı nu.: 1670′de, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Farsça yazmalar kısmı nu.:883′te kayıtlıdır. Ayrıca İsmail Saip Sencer’e ait kitapların arasında Dîvân’ın yeni bir nüshasına daha rastlanmıştır. (Mazıoğlu, 1956: s. 73-85)
Farsça Dîvân ile ilgili yapılan en önemli çalışmalardan biri 1983′te Azeri araştırmacı Raide Said’e ait “Fuzulî’nin Farsça Divanı: İnceleme-Transkripsiyonlu Metin” adlı doktora tezidir. Bunun yanında Türkiyeli araştırıcılar da eserle ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Hasibe Mazıoğlu, 1962′de eseri tıpkı basım olarak yayımlarken, 1956′da “Fuzûlî’nin Farsça Divanı ile İlgili Araştırmalar” adıyla bir makale yayımlamıştır. Ali Nihat Tarlan ise eserin Türkçe çevirisini 1950 yılında tamamlamıştır.
c. Arapça şiirler: Fuzûlî döneminin aydınlarının birçoğu gibi elsine-i selâse adı verilip Türkçe, Arapça ve Farsçayı ifade eden üç dili şiir yazacak kadar iyi bilmektedir. Ancak şair tabiatını yansıttığı ve şiir yeteneğini açıkça ortaya koyduğu Türkçe ve Farsça divanların yanında kaleme aldığı Arapça şiirlerinde pek de başarılı olamamıştır. Şairin Arapça şiirleri zengin bir yazınsal kültüre sahip olan Arap edebiyatında önemli bir yer işgal edebilecek düzeyde değildir. Fuzûlî’nin Arapça Dîvân’ını inceleyen Tavit et-Tancî divan hakkında şunları söyler:
“Fuzuli’nin Arap lisanına vukufu, zamanındaki dini ilimleri bilen bir kimsenin bu dile vakıf oluşu derecesinden ileri gidememiş ve asla bir Arap şairi ve edibinin bilgisi seviyesine ulaşamamıştır.” (Tanci, 1962: s. XII)
Fuzûlî Arapça şiirlerinde her ne kadar Arap dilini kullansa da bu şiirlerdeki edebiyat ve sanat anlayışı daha çok Fars edebiyatı ve ondan etkilenen Türk edebiyatının biçemleriyle anlamlandırılabilir. Örnek vermek gerekirse, Arap edebiyatında son beyitte mahlas kullanma geleneği yokken Fuzûlî’nin son beyitlerde mahlas kullandığını görürüz.
Fuzûlî’nin Arapça bir divanının olup olmadığı da tartışmalı bir konudur. Eski kaynaklarda yalnızca bir tezkirede şairin Arapça bir divanı olduğundan söz edilmektedir. Fuzuli’nin Arapça şiirlerini gün yüzüne ilk çıkartan E. Berthels’tir. Yazdığı makalede divandan iki kasideyi de Rusçaya tercüme etmiştir. Aynı yazma kaynaktan yararlanarak Azerbaycan’da Hamdi Araslı, yazma nüshadan çinkograf usulüyle 1958 yılında Matla’u'l-İ’tkad ile birlikte Arapça şiirleri yayımlamıştır. (Erdoğan, 2010: s. 171-172) Bugün elimizde Fuzûlî’nin 11 kaside ile eksik bir kaside olduğu hissini veren bir kıt’ası bulunmaktadır. Tek yazma olan bu nüsha Leningrad Asya Müzesi Kütüphanesi’ndedir. Yapıt, H.997 tarihini taşıyan Fuzûlî Külliyatı içinde 189-199 yaprakları arasında bulunup, iki defa basılmıştır. (Kültür Bak. e- Kitap: web)
ç. Leylâ vü Mecnûn: Arap çöllerinde başlayan bir aşk öyküsünün dilden dile dolaşarak bir halk hikâyesi hâlini alması biçiminde ortaya çıkan bu hikâye Arap edebiyatından çok Fars ve Türk edebiyatında işlenen bir tema hâline gelmiştir. Kökensel olarak gerçek bir aşk öyküsünden esin alarak ortaya çıktığı düşünülen bu hikâye öncelikle Fars edebiyatında daha sonra ise Türk edebiyatında bedensel istek ve dünyevi arzuları aşıp Tanrı’ya ulaşmayı konu edinen yazılı anlatılar hâlini dönüşmüştür. Leylâ ile Mecnûn’un yaşadığına dair rivayetlere göre olay hicretin birinci yılında Arabistan yarımadasında geçer. Kays ile Leylâ’nın ailesi ve kabilesi Necid’de çadırda yaşarlar. Kays ile Leylâ çölde hayvan otlatırlarken birbirlerini severler. Bu sevdanın duyulması üzerine Leylâ’yı Kays’a göstermezler ve Kays için ıstıraplı bir hayat başlar. Zaman geçtikçe Kays’ın Leylâ’ya olan sevgisi daha da artar ve Kays aklını kaybeder. Aklını yitirmesi üzerine Mecnûn lakabını alan Kays, bilmez bir halde çölde hayvanlarla yaşamaya başlar. Onu iyileştirmek için ailesinin her girişimi sonuçsuz kalır. Leylâ, Mecnûn’a olan aşkına daha fazla katlanamaz ve ıstırap içinde ölür. Mecnûn da onun için ağıtlar yakıp aşkının acısını terennüm ederek çöllerde dolaşmaya devam eder. Nihayet bir gün çölde ölüsü bulunur. (Durmuş, 2003: s. 159)
Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u edebiyatımızdaki en önemli lirik yapıtlardan biri olarak kabul edilmektedir. Şair yapıtın ilk bölümlerinde aşkın yürekte açtığı derin üzüntü hâlini, âşıkların birbirlerine ulaşma isteğini, aşk uğruna yapılan mücadeleyi ve tutkuyu dile getirmiştir. Ancak yapıtın ilerleyen bölümlerinde sevgiliye ulaşamamanın verdiği acının insan-ı kâmile (olgun insan) giden yoldaki seyri sistemsel bir biçimde okuyucuya aktarılmıştır. Bu sürecin son basamağı da aşk ateşiyle eriyip ilahi birliğe yani Tanrı’ya kavuşmak olacaktır.
Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u edebiyatımızdaki en güzel Leylâ vü Mecnûn örneği olarak nitelendirilmektedir. Fuzûlî eserini kaleme alırken, Leylâ vü Mecnûn temasının Fars şiirinde Nizamî, Hüsrev-i Dihlevî, Abdurrahman-ı Câmî, Hilâlî, Hatifî, Mektebî ve Süheylî gibi büyük sanatkârlarca işlenen metinlerinden yararlanmıştır. Özellikle Nizamî ve Hatifî’nın eserleri Fuzûlî’nin üslubunu önemli ölçüde etkilemiştir. Ali Şîr Nevâî, Hamdullah Hamdi ve Tebrizli Hakîrî gibi şairler Fuzûlî’den önce Leylâ vü Mecnûn temasını işleyen diğer Türk şairlerdendir. Bu şairlerin özellikle Hamdullah Hamdi’nin bir nebze de olsa Fuzûlî’yi etkilemiş olabileceği düşünülmektedir. (Yavuz, 2005: s. 57)
Türkiye ve dünya kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunan Leylâ vü Mecnûn, gerek Fuzûlî külliyatı arasında gerekse müstakil olarak aynı zamanda en çok baskısı yapılan mesnevilerin başında gelmektedir. Leylâ vü Mecnûn’un yeni harflerle iki baskısı Necmettin halil Onan (İstanbul 1935) ve Hüseyin Ayan (İstanbul 1981) tarafından hazırlanmıştır. Eser Almanca, İngilizce ve İspanyolcaya da çevrilmiştir. (Karahan, 1996: s. 244) Ayrıca 1996′da Leylâ vü Mecnûn adıyla çıkardığı kitabı 2008′de başka bir yayınevinden Leylâ ile Mecnun adıyla yayımlayan Muhammed Nur Doğan; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın isteği üzerine eseri Bakanlık için hazırlamış ve çalışma Bakanlığın Genel Ağ sayfasında bulunan e-kitap bölümünde yayımlanmıştır. Ayrıca 2007′de Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn”unda Tasavvufî Kavram ve Unsurlar adıyla Nurgül Karayazı tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
Şairin 3096 beyit ve mensur bir dibaceden meydana gelen eserinde yer verdiği murabba ve gazeller, ister Mecnûn ister Leylâ’nın ağzından olsun, içten samimi, hitaplı diyalog havasını getiren manzumelerdir. Bütün bunlar göz önüne alınınca Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnun adlı eseri hep doruklarda kalmış bir şaheser olarak görülmüş ve Türk insanının gönlünde büyük yer tutmuştur. (Yavuz, 2005: s. 62)
d. Beng ü Bâde: Fuzûlî’nin alegorik (yerinel) olarak kaleme aldığı eseridir. 438 beyitlik küçük bir Türkçe mesnevidir. (Vanlıoğlı, 1997: s. 197) Eser esrar (beng) ile şarabın (bade) karşılıklı konuşmaları biçiminde ilerler, bu konuşmalar akıl ve gönlün çelişkisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Mesnevinin ilk bölümlerinden sonra daha ılıman bir üsluba bürünen anlatım barışa işaret etmektedir. Ancak bade imajını bir nevi Şah İsmail gibi gören şair, bu ikili tartışmanın kazanan tarafı olarak badeyi görmek istemiştir. Çünkü Tahir Ongun’a göre bade Şah İsmail’in, beng (esrar) ise Sultan Bayezid’in kişiliğinde somutlaşmıştır. Buradan da Fuzûlî’nin gençlik yıllarında yazdığı eserde; Bağdat’ı ele geçirip Özbekistan üzerine yürüyen Şah İsmail’e duyduğu sıcakkanlılık anlaşılmaktadır. Nitekim Fuzûlî bu eserini Şah İsmail’e sunmuştur. Ayrıca Beng ü Bâde hakkında birtakım uyuşturucu nesnelerin kişileştirilmesi ile basit bir gülmece veya tasavvufî bir eser ortaya koyulmaya çalışıldığı da düşünülebilir. (Yıldırım, 2004: s. 139-146)
Beng ü Bâde üzerine yapılan önemli araştırmalar Mehmet Vanlıoğlu ve Ali Yıldırım’a aittir. Bu isimler mesnevinin içerik özellikleri üzerine iki makale yayımlamıştır. Ayrıca Kemal Edip Kürkçüoğlu 1955′te Beng ü Bâde’yi yeni harflerle basmıştır.
e. Sâki-nâme: Fuzûlî’nin Beng ü Bâde ile birlikte alegorik (yerinel) mesnevilerinden biridir. Yapıtın diğer adı Heft Cam’dır. Bu küçük mesnevi parçası Millet nüshası ile Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Genel Kitaplığındaki nüshada Dîvân (Farsça) mukaddimesinin sonundadır. Şairin mukaddimeden sonra bu ufak mesneviyi yazarak divandaki şiirlere başladığı bu mesnevinin manasından anlaşılmaktadır. (Mazıoğlu, 1956: s.80) Sâki-nâme Fuzûlî Külliyatı içerisinde bulunup, Farsça Dîvân ile birlikte basılmıştır. Mesnevinin konusu rindane yaşam tarzının yerinel bir kurgulamasıdır. Şarap ve aşk sarhoş edicilikleri yönüyle birbirlerine benzetilmiştir. Yapıttaki şarap temi gerçek yaşamla bağlaşma gayesi taşımayan Tanrısal aşka giden yolun bir temsilcisi konumundadır. Bunun için eserde tasavvuf düşüncesinden söz etmek mümkündür.
f. Hadîs-i Erbain Tercümesi: İslam toplumları arasında manzum kırk hadis çevirilerinin en yaygın olduğu millet Türkler olmuştur. Hz. Muhammed’in kırk hadis ezberlemenin faziletine işaret etmesi bundaki en büyük etken olmuştur. Fuzûlî’den öncede kırk hadis çevirilerine rastlamak mümkündür. Kemâl Ümmî ve Nevaî bu şairlerdendir. Fuzûlî Hadîs-i Erbain Tercümesi’ni kaleme alırken kendinden önce yaşamış bu şairlerden Nevaî etkisinde kalmıştır. Eser manzum olup, Abdülkadir Karahan ve Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından çalışılmıştır. (Okuyucu, 2011: s.43; Karahan, 1953: s. 285-286)
g. Hadîkatü’s-Süeda: Fuzûlî’nin İran şairi Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Ravzatü’ş-şüedâ adlı yapıtından yola çıkarak yazdığı eserdir. Eser konu olarak Kâşifî’nin eseriyle paralellik gösterirken Fuzûlî metin gövdesinin bazı yerlerine yerleştirdiği manzum parçalarla metnin akıcılığını sağlamaya çalışmıştır. Bu mensur eser peygamberlerin hayatlarında yaşadığı çileleri anlatmakla başlar, bunun ardından Dört Halife Dönemi’nde yaşananlardan bahsederek Hz. Ali ve iki oğlunun çektiği acılar anlatılır. Eser bu yönüyle özellikle Şiiler tarafından benimsenmiş, her muharrem ayında Hadîkatü’s-Süeda okunarak matem tutulmuştur. Hadîkatü’s-Süeda Türk edebiyatının en güzel maktel örneklerinden biridir. Eserin dili secili ve sanatlıdır; ancak bu anlatımın akıcılığını engellememiştir. Maktelin birçok nüshası çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Selahaddin Güngör, Faruk Gürtunca ve Servet Bayoğlu yapıt hakkında başlıca çalışma yapan kişilerdir. (Karayazı, 2007: s. 64-65)
ğ. Mektuplar: Fuzûlî’nin bugün elde bulunup yayımlanan Türkçe mektuplarının sayısı beştir. Bunlar Nişancı Çelebizâde Mustafa Çelebi, Musur Mirlivâsı Ahmed Bey, Bağdat Valisi Ayas Paşa, Kadı Alâeddin ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın şehzadelerinden Bayezid’e gönderilmiştir. Mektupların ilk dördü Abdülkadir Karahan tarafından (Fuzûlî’nin Mektupları, İstanbul, 1948), diğeri ise Hasibe Çatbaş (Mazıoğlu) tarafından yayımlanmıştır (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.VI, S.3, 1948). (Karayazı, 2007: s. 65) Mektuplar ve içeriklerinden kısaca bahsetmek gerekirse:
ğ.1. Nişancı Celâlzâde Ahmed Bey Mektubu (Şikâyet-nâme): Fuzûlî Külliyatı içerisinde yer alan bu mektup, Kanuni’nin emriyle şaire bağlanan geçimliğin aksatılması ve zamanında ödenmemesi üzerine yazılmıştır. Bu mektup edebiyatımızdaki en güzel mektup örneklerinden biridir. Karahan mektup için: “Gerçekten istihza ve tariz kudretinin bir şaheseridir.” demektedir.
ğ.2. Musul Mirlivâsı Ahmed Bey Mektubu: Sanatçıya desteklerini eksik etmeyen ve kendisine çeşitli yardımlarda bulunan Mirlivâ Ahmed Bey’e sunulan bir şükran mektubudur. Ahmed Bey’in mektubuna yanıt olarak sanatlı bir üsluba sahip olan bu mensur-nazım karışık mektup, Ahmed Bey ile Fuzûlî arasındaki dostluğun bir göstergesi gibidir.
ğ.3. Bağdat Valisi Ayas Paşa Mektubu: Ayas Paşa’nın çocuğunun doğması üzerine yazılmış bir kutlama mektubudur. Türkçe kaleme alınmış manzum bölümleri Türk edebiyatı açısından önemlidir. Mektubun düz yazı bölümleri ise Arapça ve Farsça kaleme alınmıştır. Şair mektubunda valiye bağlılığını dile getirmektedir.
ğ.4. Kadı Alâeddin Mektubu: Türkçe, Farsça ve Arapça yazılmış manzum-mensur karışık bir mektuptur.
ğ.5. Şehzade Bayezid Mektubu: Fuzûlî’nin Kanuni’nin oğlu Bayezid’e yazdığı mektuptur. Mektuptan anlaşıldığına göre şair ve şehzade arasında daha önce de mektuplaşmalar yaşanmıştır. Fuzûlî uzun bir aradan sonra şehzadeden mektup almış ve ona Anadolu’ya taşınma arzusunu belirtmiştir. Bağdat’ı sıkıntı dolu bir kent olarak betimleyen Fuzûlî’nin, Anadolu topraklarına varma isteği hiçbir zaman gerçekleşememiştir. (Çatbaş, 1946: s. 139) Şehzade Bayezid Mektubu’na ve Hasibe Çatbaş (Mazıoğlu)’ın çalışmasına Ankara Üniversitesi Genel Ağ sayfasından ulaşılabilmektedir. (Mazıoğlu, AÜ e-dergi: web)
h. Rind ü Zâhid: Araya Arapça manzûm parçalar da sıkıştırılmış Farsça küçük, mensûr, tasavvufî mâhiyetteki bu eser, birçok dîvân şâirinin karşılaştırdığı rind ve zâhid tiplerinin sembolleştirilmiş hikâyesidir. (İpekten, 1973: s. 51-52)
Zahit bir baba ile rint bir oğlun karşılıklı konuşmaları üzerine kurulmuş mensur bir yapıttır. Ancak yer yer manzum parçalara da yer verilmiştir. Yapıtta rintliğin ve zahitliğin aşırı tarafları eleştirilmiş, baba ve oğlun konuşmalarından ideal bir insan tipi oluşturulmaya çalışılmıştır. Fuzûlî hoşgörü, alçak gönüllülük gibi konularda rintliğin yanındadır. Bunun yanın da; o, dinin temel doktrinlerinin hükmü konusunda zahitle aynı safta yer almaktadır. Sonuç olarak ortaya hoşgörülü ve dinin temel kurallarına bağlı bir insan modeli çıkmaktadır. Yapıt Üsküdarlı Sâlim efendi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve bastırılmıştır. Ayrıca Köprülü’nün verdiği bilgiye göre 1275′te Tahran’da basılmıştır. Ancak Sâlim Efendi’nin çevirisi son derece ağır bir dile sahiptir, hatta manzum parçalar özgün hâliyle bırakılmıştır. Yapıtın sadeye yakın çevirisini ilk kez Edip Kürkçüoğlu yapmıştır. (Çatbaş, 1946: s. 71-72)
ı. Sıhhat ü Maraz: Fuzûlî’nin bir tabip kimliğiyle ve tıp bilgilerini göstermek üzere karşımıza çıktığı Farsça Sıhhat u Maraz risalesi, bazı küçük farklar görülse de hastalıkların sebeplerini insan bedenindeki kan, safrâ, sevdâ ve balgamın bileşimindeki uyumsuzlukla açıklayan dört unsura dayalı ahlât-ı erbaa (humoral patoloji) teorisine uygun tarzda yazılmış bir eserdir. (Eliaçık, 2010: s. 146) Bu mensur eserin bir diğer adı da Hüsn ü Aşk’tır. Yapıt genel olarak ruhun anlam ülkesinden çıkarak maddi değerlere yönelmesi böylece özünden uzaklaşması çevresinde yoğunlaşmıştır. Mevcut dönemin tıbbi bilgilerinin de ışığında ruhun esas olduğu kanıtlanarak insanın kurtuluşunun anlam dünyasında gizli olduğu söylenmektedir. Kısacası Sıhhat ü Maraz ruh-beden çelişkisini tıbbi bir örneklemde ele almaktadır.
Fuzûlî’nin bu eseri Fettâhî’nin Hüsn ü Dil adlı eserinden etkilenerek yazdığı düşünülmektedir. Kitabın İstanbul, Paris ve Londra kütüphanelerinde yazma nüshaları vardır. Yapıt Sefâretnâme-i Rûh adıyla M. Ali Nasih tarafından basılmıştır. Eseri, Lebib Efendi Türkçe’ye çevirmiş (1856, 1865), kitapçı Ahmed Hamdi de bunun sâdeleştirilmiş bir baskısını yapmıştır. Eser hakkındaki son çalışmalar ise Abdülbaki Gölpınarlı ve Hüseyin Ayan tarafından yapılmıştır.(Karayazı, 2007: s.70) Hüseyin Ayan’ın çevirisi Genel Ağ ortamında yayımlanmıştır. (Ayan: web)
i. Risâle-i Mu’ammeyât: 190 adet Farsça muammanın bulunduğu ve manzum bilmeceler hakkında bilgi veren manzum bir yapıttır. Eserin Leningrad’daki külliyat yazması yayımlanmıştır. (Hâmit Araslı, Muamma Risalesi, Bakü 1946). Eserin Bursa2da da bir yazması bulunmaktadır. Bu yazma da yayımlanmıştır. (Kemal Edip Kürkçüoğlu, Risale-i Muammeyat-ı Fuzûlî, DTCF Dergisi, C.2, Ankara 1949, s.61-106)
j. Matlau’l-İtikad: Fuzûlî’nin ‘bilgi ve tabiat’ anlayışını aktardığı eseridir. Yapıt ile ilgili bilgileri Kâtip Çelebi (ö. 1067/1657)’den alabiliyoruz. Kâtip Çelebi yapıt hakkında şunları söylemektedir: “Yazar bu eserde itikâdî görüşlerini filozoflar ve imâmiyye mezhebine uygun bir şekilde ele almıştır.” “Matlau’l-İ’tikâd” adlı bu risâlesinin ön sözünde eserini şâirâne ifadelerle
okuyucusuna takdim eden mütekellim Fuzûlî: “Ben eşyaya duygu ve akıl gözüyle baktım, onlar üzerinde tefekkür ve teemmül ayağıyla yürüdüm.” şeklinde risalesini tanıtmaktadır. Yapıt bir ön söz ve dört bölümden oluşmaktadır. (Altıntaş: s. 39-40) Yapıt hakkında Bakü’de Mehemmed Fuzûlî tarafından, Türkiye’de ise Tanci ve Ramazan Altıntaş tarafından çalışılmıştır. Altıntaş’ın çalışmasına Genel Ağ ortamında ulaşılabilmektedir. (Altıntaş: web)
Ç- Şiirlerinden Seçmeler (İpekten, 2000)
a. Gazeller
(Mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün)
Yâ Rab hemîşe et lutfunı rehnümâ mana
Gösterme ol tarîki ki yetmez sana mana
Kat’eyle âşinâluğum andan ki gayrdur
Ancak öz âşinâlarun et âşinâ mana
Bir yerde sâbit et kadem-i i’tibârımı
Kim rehber-i şeriîat ola muktedâ mana
Yoh mende bir amel sana şâyet ah eğer
A’mâlüme göre vere adlün cezâ mana
Havf-i hatâda muztaribem var ümîd kim
Lutfun vere beşâret-i afv-i hatâ mana
Men bilmezem mana gereğin sen hakîmsin
Men’eyle her ne gerekmez mana mana
Oldur mana murâd ki oldur sana murâd
Hâşâ ki senden özge ola müdde’â mana
Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr
Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ mana
Gazel 2 (Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün)
Dôstum âlem senün-çün ger olur düşmen mana
Gam degül zîrâ yetersin dôst ancak sen mana
Âşka saldum ben beni pend almayup bir dôstdan
Hîç düşmen eylemez anı ki etdüm men mana
Cân ü ten oldukça menden derd ü gam eksük degül
Çıhsa cân hâk olsa ten ne cân gerek ne ten mana
Vasl kadrin bilmedin firkat belâsın çekmedin
Zulmet-i hecr etdi çoh târik işi rûşen mana
Dûd u ahkerdür mana serv ile gül ey bâğbân
Neylerem men gülşeni gülşen sana külben mana
Gamze tîgin çekdi ol meh olma gâfil ey gönül
Kim mukarrerdür bugün ölmek sana şîven mana
Ey Fuzûlî çıhsa cân çıhman tarîk-i aşkdan
Rehgüzâr-ı ehl-i aşk üzre kılın medfen mana
Gazel 3 (Mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün)
Ey bî-vefâ ki âdet olupdur cefâ sana
Billah cefâdur olma demek bî-vefâ sana
Geh nâz u geh kirişme vü geh işvedür işün
Cânın sevenler olmasa yeğ âşinâ sana
Min cân olaydı kâş men-i dil-şîkestede
Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana
Aşkunda mübtelâluğumı ayb iden sanur
Kim olmak ihtiyâr iledür mübtelâ sana
Ey dil ki hecre düzmeyüp istersin ol mehi
Şükr et bu hâle yohsa gelür bir belâ sana
Et gül gamunda eşk ruh-i zerdüm etti al
Bildürdi ola sûret-i hâlüm sabâ sana
Düşmez çü şâh kurbı Fuzûlî gedâlara
Ol şehden iltifât ne nisbet mana sana
Gazel 4 (Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün)
Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrândur sana
Hak bilür insân demez her kim ki insândur sana
Vermeyen cânın sana bulmaz hayât-ı câvîdân
Zinde-i câvid ana derler ki kurbândur sana
Âlemi pervâne-i şem’-i cemâlün kıldı aşk
Cân-ı âlemsin fedâ her lahza min cândur sana
Âşıka şevkunla cân vermek sana müşkil degül
Çün Mesîh-i vaktsen cân vermek âsândur sana
Çıhma yârum giceler ağyâr ta‘nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsen bu noksândur sana
Pâdişâhım zulm edüp âşık seni zâlim demiş
Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtândır sana
Ey Fuzûlî hûb-rûlardan tegâfüldür yaman
Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsândur sana
Gazel 5 (Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün)
Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab
Dem-â-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab
Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm
Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab
Çıharmak itseler tenden çeküp peykânın ol servün
Çıhan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Rab
Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsuz n’olur hâlüm
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab
Demen kim adli yoh yâ zulmi çoh her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Rab
Fuzûlî buldı genc-i âfiyet meyhâne küncinde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Rab
Gazel 6 (Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün)
Ol ki her sâ’at gülerdi çeşm-i giryânum görüp
Ağlar oldı hâlüme bî-rahm cânânum görüp
Eyleyen ta’yîn-i eczâ-yı müdâvâ derdüme
Ter edüp cem’ etmedi hâl-i perîşânum görüp
Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar
Hîç bir rahm eylemezler dâğ-ı hicrânım görüp
Dut gözin ey dûd-ı dil çarhun ki devrin terkedüp
Kalmasun hayretde çeşm-i gevher-efşânum görüp
Peyrev-i hurşîd sanman yerde kim devr-i felek
Yere urmuş afitâbın mâh-ı tâbânum görüp
Suda aks-i serv sanman kim koparup bâğbân
Suya salmış servini serv-i hırâmânum görüp
Ey Fuzûlî, bil ki ol gül -ârızı görmiş degül
Kim ki ayb eyler menüm çâk-i girîbânum görüp
Gazel 7 (Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün)
Reng-i rûyından dem urmuş sâgar-ı sahbâya bah
Âftab ile kılur da’vî tutulmuş ayâ bah
Şem’ başından çıkarmış dûd-ı şevk-ı kâkülün
Böyle kûteh ömr ile başındaki sevdâya bah
Ey selâmet ehli ol ruhsâre bahma zinhâr
İhtirâz eyle melâmetden men-i rüsvâya bah
Bildi aşkından bemed-pûş olduğum âyîne-veş
Rahm idüp bir kez mana bahmaz bu istignâya bah
Sînemi çâk eyle gör dil iztırâbın aşkdan
Revzen aç her dem hevâdan mevc uran deryâya bah
Ey diyen kim şâm-ı ikbâlün ne yüzden tîredür
Sâye salmış aya ol gîsû-yı anber-sâya bah
Ey Fuzûlî her nice men’ eylese nâsih seni
Bahma anun kavline bir çehre-i zîbâya bah
Gazel 8 (Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün)
Leblerün tek la’l ü lafzun tek dür-i şehvâr yoh
La’l ü gevher çoh lebün tek la’l-i gevher-bâr yoh
Senden etmem dâd cevrün var lutfun yoh deyüp
Mest-i zevk-i şevkunam birdür yanumda var yoh
Kime izhâr eyleyem bilmen bu pinhân derdi kim
Var yüz min derd-i pinhân kudret-i izhâr yoh
Devr sermest-i şarâb-ı gaflet etmiş âlemi
Munca sermestün temâşâsına bir hûşyâr yoh
Halkı medhûş eylemiş hâb-ı şeb-i tûl-i emel
Subh tahkîki alâmâtına bir bîdâr yoh
Sûreti zîbâ sanemler yoh demen büthânede
Var çoh ammâ bir sana benzer büt-i hûnhâr yoh
Ey Fuzûlî sehldür her gam ki gam-hârı ola
Gam budur kim mende min gam var bir gam-hâr yoh
Gazel 9 (Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün)
Ezel kâtibleri uşşâk bahtın kare yazmışlar
Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar
Havâs-ı hâk-ı pâyün şerhini tahkîk eden merdüm
Gubâr ilen beyâz-ı dîde-i hun-bâre yazmışlar
Gülistân-ı ser-i kûyun sıfâtın bâb bâb ey gül
Hat-ı reyhân ile cedvel çeküp gülzâre yazmışlar
İki satr eyleyüp ol iki mey-gûn la’ller vasfın
Görenler her birin bir çeşm-i gevher-bâre yazmışlar
Girüp büt-hâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksüz
Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâre yazmışlar
Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî
Mana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar
Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd
Fuzûlî adını gördüm ser-i tûmâre yazmışlar
Do'stlaringiz bilan baham: |