5. Aralarındaki Benzerlikler Bakımından Yûsuf Kıssası ve Bamsı Beyrek Boyu/Hikâyesi
Bu çalışma her iki metinde metinlerarasılığın ve karşılaştırmalı edebiyat yönteminin tüm unsurları ve çalışma yönleriyle incelemekten ziyade, iki yöntemin özellikle metinlerarasılığın imkânlarını edebi eserlerimizde kullanabileceği fikrini aksiyona dönüştürmek için atılmış bir adımdır. Metinlerarası ilişkiler ağını incelediğimiz Bamsı Beyrek ve Yusuf Kıssası üzerinde de birincil düzeyde semantik/anlamsal açıdan değerlendirmelerde bulunulacaktır. Yusuf kıssası ile Bamsı Beyrek’teki metinlerarasılığı (metin alışverişi) “yapısal düzeyden çok izlekse düzeyde” (Aktulum 2007, 51) inceleme alanına dâhil etme çabasındayız. Yusuf Kıssası ile Bamsı Beyrek hikâyesini metinlerarası bağlamda incelememizde, Kristeva’nın deyimiyle “her iki eserin özümsenmesi” (Aktulum 2007, 57) amaçlanmaktadır.
İnsanlığın ortak edebiyat hazinesinin çeşitli dillerde gün yüzüne çıkarmak adına (edebi eser vermek için) sanatçılara düşen görevin yansıra eserlerin okuyucuları da önemlidir. Aynı durum edebiyat araştırmacıları için de geçerlidir. Yusuf kıssasının İslami kaynağı Kurân-ı Kerim’dir. Kurân-ı Kerim’in dili ise Arapçadır. Hem Arap hem Fars hem de Türk edebiyatlarında yazılan Yusuf u Züleyha ve Kıssa-i Yusuf anlatıları Mısır, İbrani ve Kurân-ı Kerim’de anlatılan kıssadan izler taşır. Bu çalışmada Türk edebiyatında 15. asırda Hamdullah Hamdî tarafından kaleme alınan Yusuf u Züleyha mesnevisi, Kurân-ı Kerim’de anlatılan kıssası ve Dede Korkut’taki Bamsı Beyrek boyu ile bir karşılaştırmalı edebiyat ve metinlerarası bir ilişki ağının varlığı üzerinde durulacaktır. Kurân-ı Kerim’in dilinin Arapça olması41 çalışmamızın bir anlamda karşılaştırmalı edebiyat bilimi alanına girdiğinin bir işaretidir. Çünkü karşılaştırmalı edebiyatın yöntem olarak ilk ortaya çıkışı farklı diller eksenindedir. “Sözkonusu karşılaştırma, farklı dillere ait eserlere uygulandığında karşılaştırmalı edebiyat bilimi alanına girer” (Aytaç 2009/b, 18).
Komparatistik çalışmaları en yaygın şekliyle “ortak konu ve “motif” ağırlıklı yapılır (Aytaç 2009/b, 87). Karşılaştırdığımız iki eserin “karşılaştırılabilir özellikleri” (Aytaç 2009/b, 105) konu, motif ve senaryo bağlamındadır. İzleksel kurguda/dramatik aksiyonda kayıp oğlun bulunmasının ve aranmasının imkânsız hale getirildiği, oğlun ölümünün kanlı gömlekle tamamlanması metaforik/değişmeceli düzlemde her iki eserde kendisini göstermektedir. Bu düzlem her iki olayın vuku bulduğu ülkede/eserde, analtıldığı/yazıldığı bölgede aynı metaforların kullanılageldiğinin veya okuyucu(anlayıcı, yorumlayıcı ve dinleyici) kitlenin de aynı metaforlardan aynı şeyleri anladığının bir göstergesidir. Metaforik perspektiften edebiyatı anlamak demek, söz konusu toplumsal ve kültürel çevreye damgasını vurmuş olan gerçekliği fark etmek demektir. İşte tam da komparatistik, bu manada karşılaştırmalı kültür bilimine katkı sağlayabilir (Aytaç 2009/b, 143). Leiteritz’in bu açıklamaları bu bağlamda kültürelarasılık ve karşılaştırmalı kültür çalışmalarında, karşılaştırmalı edebiyat biliminin yadsınamaz rolünü gözler önüne sermektedir. Dede Korkut’un Kıssa-i Yusuf’ta geçen aynı metaforların incelenmesi, kültürlerarasılık ve karşılaştırmalı kültür çalışmaları adına yardımcı bir çalışmadır.
Bu inceleme, her iki anlatıdaki “gömlek” sembolizmi ve her iki anlatının bu sembol eksenli kurgusal yapısının anlamsal çözümlenmesi çerçevesinde kısa bir inceleme yapma gayretidir. Yusuf kıssasındaki kanlı gömlek getirme olayı, vaka parçası, konu, sembol olarak çok sayıda eserde görülmektedir. Altınkaynak, “Anlatım Esasına Dayalı Metinler ve Din” (1999) isimli eserinde Türk halk anlatılarında anlatım esasına dayalı metinlerin pek çoğunda vakanın bir yerinin bu epizota ayrıldığını söyler. Ayrıca arşivinde bulunan “dört halk hikâyesinde [Nergis, Şah İsmail, Asuman ile Zeycan ve Celal Ahmet (yayınlanmadı)] kanlı gömlek getirme motifinin olduğunu belirtir (Altınkaynak 1999, 74).
Bamsı Beyrek hikâyesi ile Yûsuf u Züleyhâ anlatılarındaki olay örgüsü, Bamsı Beyrek ve Yûsuf’un kaybolması vaka parçaları yönüyle paralellik arz eder. Olay örgüsünün tamamen aynı olduğu söylenemez. Fakat metin halkası yönüyle bakıldığında iki kahramanın kayboluşu ile ortaya çıkan halka ve sonrasının aynı olduğu görülür. Aynı metin halkasındaki, oğulun kaybolması, oğulun kanlı gömleğinin oğulun ölümüne yorumlanması babanın oğlunu araması, babanın gözlerini kaybetmesi, oğulun zindanda olması, oğulun on altı yıl süren kaybı, oğulun kendisinin babasını ve ailesini bulması, oğulun kılık kıyafet değiştirmesi, oğulun kendisini tanıtması, ailesi ile görüşmesinin bir şölen/ziyafet esnasında oluşu, babanın gözlerinin açılmasının oğula ait bir eşya (gömlek/destmal/kaftan) sayesinde gerçekleşmesi gibi vaka parçaları her iki anlatıda ortaklık arz eder.
Yûsuf’un kayboluşu, macerası ve tekrar aile ile buluşması, ailenin devamlılığı/saadeti, yalancılı-ğın kötü oluşu, babanın çilesi, sabrı ve gözlerinin görmeyişi, (gelecek kaygısı ve geleceğin kayboluşu), kendi zindanında kalmak gibi durumlara simge değer özelliği taşır. Aynı durum Bamsı Beyrek hikâyesinde de geçer.
Yûsuf, mazmun olarak, güzellik, arayış, kayıp sembol gibi imgesel kavramların yanında, kuyu, zindan gibi mekânsal anlamda semboller vasıtasıyla işlenir. Yûsuf kıssasında en önemli sembollerden biri de (kanlı) gömlektir. Her iki anlatıda da geçen Oğulun/Beyrek’in/Yûsuf’un gömleğinin babasının gözüne sürülmesi ile gözlerin tekrar açılması imgesel olarak mutluluğu, üzüntünün giderilmesi, gelecek kaygısından emin olunması gibi durumları izah eder.
“Bir gün ola düşüp ölürüm, yerimde yurdumda kimse kalmaz” (s. 48) ifadeleri, Beyrek’in babasının kendi yerine geçecek ve yerin yurdun imarı için gerekli olan bir oğul isteği ile Yakub’un kendinden sonra peygamber olacağını beklediği Yusuf arasında paralellik söz konusudur. Her iki anlatıda olay örgüsünün ilk kırılma noktası babanın oğul hakkındaki endişesidir. Her iki baba da kendi yerlerine geçecek bir oğul üzerinde titremektedir.
Her iki anlatıda da babanın oğuldan ayrı kalması sonucu gözleri görmez olur:“Bay Büre Begün, oglu Beyrek gideli aglamakdan gözleri görmez olmışıdı”. (Gökyay 2004, 56). “Onlardan yüz çevirdi ve “Vah! Yûsuf’a vah!” dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düştü. O artık acısını içinde saklıyordu” (Kur'ânYusuf/12, 84).
Oğulun gömleğinin/kaftanının gelmesi ile her iki babanın da gözleri açılır: “Müjdeci gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi” (Kur'ânYusuf/12, 96) “Gözüne silicek Allahu Taalanun emriile gözleri açıldı” (Gökyay 2004, 56).
Hem Yusuf Kıssasında hem de Beyrek hikâyesinde oğulun/Beyrek’in/Yusuf’un öldü diye aileden/obadan/yurttan uzak tutulması ekseninde gelişen olay örgüsünde simge değer olan kanlı gömlek, her iki anlatıda oğulların ölümünü simgelediği gibi babanın gözlerini kaybetmesine de sebep olur. Aynı gömlek/kamis/destmal/kaftan Yûsuf’un ve Beyrek’in ölmediğinin/diriliğinin ve babanın gözlerinin açılması olaylarının da simge değeri olur.
Yûsuf, kendisini kardeşlerine tanıştırıncaya kadar, kimse onu tanımaz. İlk olarak Yûsûf, kendisini kardeşi Bünyamin’e; daha sonra kendisine eziyet eden kardeşlerine tanıtır. Bu tanıtmada Yûsûf’un çağrıştırmaya yönelik ifade tarzı ile Beyrek arasında paralellik vardır. Beyrek de semboller ve çağrışımlar yoluyla kendisini tanıtır:
“Kalmadı dilde sabrı ârî ile/Dedi kardeşlerine zâri ile
Do'stlaringiz bilan baham: |