Peri Adası
Nullus enim locus sine genio est. - SERVIUS.
[1]
“La musique,” der Marmontel “Contes Moraux”da,
[2]
ki
bütün çevirilerimizde bunu, özüyle alay edercesine “Ahlaki
Öyküler" şeklinde çevirmekte ısrar etmişizdir - "la musique
est le seul des talens qui jouissent de luı-meme; tous les autres
veulent des temoins.”
[3]
Burada hoş seslerden alınan hazzı
onları yaratma kapasitesiyle karıştırır. Müzik yeteneği de
diğer yetenekler gibi, onu takdir edecek bir başkası olmadan
da haz verebilir. Diğer yeteneklerle bir ortak yanı da
etkilerinin tadına tamamen yalnızken varılabilmesidir. Bu
öykücünün ya doğru dürüst anlatamadığı ya da fikir
belirtmeye karşı beslediği, milliyetinden kaynaklanan
tutkunun kurbanı olan fikir oldukça makuldur: En üst
düzeydeki müziğin tadına en iyi yalnız olduğumuzda varırız.
Bu sav bu şekilde ifade edildiğinde liri hem kendi içinde, hem
de ruhani faydaları açısından sevenler tarafından hemen kabul
edilecektir. Ama günahkar ölümlülerin hâlâ tadabileceği -
belki de tek- bir haz vardır ki yalnızken müzikten bile daha
çok zevk verir. Doğal manzaraların seyredilmesinin verdiği
mutluluktan
bahsediyorum.
İşin
doğrusu,
Tanrı’nın
yeryüzündeki ihtişamını görmek isteyen kişi bu ihtişama tek
başına tanıklık etmelidir. En azından şahsen benim için
toprakta yetişen ve sesleri olmayan yeşil yaratıkların
dışındaki herhangi bir canlının varlığı -sadece insan olması
gerekmez- manzarayı lekeler - görüntünün dehasına savaş
açar. Karanlık vadileri, gri kayaları, sessizce gülümseyen
nehirleri, huzursuz uykularda iç geçiren ormanları ve hepsine
tepeden bakan gururlu, uyanık dağları seyrederken - bunları
hem ayrı ayrı, hem de devasa bir canlının parçalan olarak
görmeye bayılırım. Bu öyle bir bütündür ki (küre) en
kusursuz ve en kapsayıcıdır. Yolu yakın gezegenlerin
arasından geçer, Uysal cariyesi aydır. Dolaylı efendisi
güneştir. Yaşamı ebediyettir. Düşünceleri bir Tanrı’nınkidir.
Hazzı bilgidir. Yazgısı enginlikte yitmiştir. Bize ilişkin
farkındalığı bizim beynimizi istila eden mikroskobik
hayvancıklara ilişkin farkındalığımıza benzer. Bu yüzden onu
tamamen cansız ve özdeksel olarak görmek zorunda kalırız.
Herhalde o mikroskobik hayvanlar da bizi öyle görmekledir.
Teleskoplarımız ve matematiksel hesaplarımız bize
uzayın, ve bu yüzden dünyanın da, Tanrı için oldukça önemli
olduğunu gösterir -bazı cahil rahiplerin tekrarlayıp durduğu
anlamsız laflara karşın- Yıldızların attığı turlar evrime en
elverişli olacak ve birbirine çarpmayan olabildiğince fazla
kütleyi içerecek şekildedir. Bu kütlelerin şekilleri de sınırlı bir
yüzey içinde olabildiğince çok maddeyi barındıracak
şekildedir. Yüzeyler olabilecek en fazla sayıda organizmayı
barındıracak şekildedir. Uzayın sonsuz olması Tanrı'nın
oylumsal kaygılar gözetmesi fikrini çürütmez, çünkü bu
sonsuz uzayı dolduracak maddenin miktarı da sonsuz olabilir.
Maddeye hayat bağışlanmasının da bir ilke olduğu açıkça
görüldüğüne göre -aslında görebildiğimiz kadarıyla Tanrı'nın
edimlerindeki temel hedef budur- bunun sadece küçük
boyutlardaki, gündelik yaşamımızda gördüğümüz maddeler
için geçerli olduğunu ve devasa boyutlardaki maddeleri
kapsamadığını düşünmek pek mantıklı değildir. Çemberler
sonsuzca iç içe geçtiğine, ancak hepsi de uzaktaki tek bir
merkezin, Tanrı'nın etrafında döndüğüne göre, aynı şekilde
hayatın da küçükten büyüğe doğru iç içe geçmiş olduğunu ve
bütün bunların Kutsal Ruhun içinde yer aldığını düşünemez
miyiz? Kısacası insanoğlu olarak kendimizi beğenmişliğimiz
yüzünden şimdiki ya da gelecekteki kaderimizin evren için,
üstünde yer aldığımız ve küçümsediğimiz ve bir ruha sahip
olduğunu sırf bu ruhun işleyişlerini göremiyoruz diye
yadsıdığımız o engin "vadi keseğinden” daha önemli
olduğuna inanmakla çılgınca bir hataya düşüyoruz.
[4]
Bunlar ve benzeri fikirler dağlarda, ormanlarda, nehir ve
okyanus
kıyılarında
daldığım
düşüncelere
gündelik
yaşamdakilerin mutlaka fantastik olarak adlandıracağı bir
nitelik kazandırır hep. Böyle yerlerde epey, çoğu zaman da
tek başıma gezinmişimdir. Loş derin vadilerden geçerken ya
da parlak göllerin gökyüzündeki yansımalarına bakarken
duyduğum ilgi, tek başıma geçtiğim ve baktığım düşüncesiyle
iyice yoğunlaşmıştır. Zimmerman’ın o ünlü eserine ilişkin
olarak “la solitude est une belle chose; mais il faut quelqu'un
pour vous dire que la solitude est une belle chose"'
[5]
diyen
küstah Fransız kimdi? Bu nükteli sözdeki doğruluk payı inkar
edilemez; ama o gerekliliğin var olduğu doğru değildir.
Yine tek başıma uzak bir bölgede, sıra sıra dağların,
kasvetli nehirlerin ve kıvrılan ya da uyuyan melankolik küçük
göllerin arasında gezinirken - karşıma ansızın bir derecik ve
bir ada çıktı. Her tarafın yapraklarla bezendiği bir Haziran
ayıydı. Kendimi çimenlere, türünü bilmediğim hoş kokulu bir
çalının dallarının altına attım. Böylece manzarayı seyrederken
uyuklayabileceğim. Tek yapmam gerekenin o manzarayı
seyretmek olduğunu hissettim - o neredeyse hayali görüntü
böylesine etkileyiciydi.
Her yönde -batı dışında; burada güneş batmak üzereydi-
ormanın yeşil duvarları yükseliyordu. Küçük nehir keskin bir
dönüş yaparak gözden kayboluyordu. Sanki hapishanesinden
kurtulma yolu yoktu. Doğudaki ağaçların koyu yeşilliği
tarafından yutuluyordu. Zıt yönde ise (veya boylu boyunca
uzanmış yukarı bakarken bana öyle geldi) parlak altın rengi
ve kızıla boyanmış bir çağlayan göğün günbatımı
pınarlarından aşağı, vadiye sessizce ve kesintisizce
akmaktaydı.
Bu hayalsi manzaranın ortalarında bir yerde, derenin
bağrında küçük, yuvarlak, yemyeşil bir ada vardı.
Orada kıyılar ve gölgeler öyle kaynaşmıştı ki.
Havada asılı duruyorlardı sanki- Su yüzeyi ayna gibiydi,
öyle ki o kristaller diyarının, zümrüt yeşili çimenlerle kaplı
yokuşun neresinde sona erdiğini anlamak güçtü.
Bulunduğum yerden bir bakışta adacığın hem doğu, hem
de batı uçlarını görebiliyordum. Bu uçların görünüşlerindeki
tuhaf bir farklılık dikkatimi çekti. Batıdaki, bahçe
güzellikleriyle dolu ışıl ışıl bir haremdi. Gökteki gözün eğik
gönderdiği ışıklarla parlıyor ve kızarıyordu. Çiçekleri
kahkahalar atıyordu. Çimenleri kısa, esnek ve hoş kokuluydu.
Aralarında yer yer çiriş otları vardı. Ağaçları kıvrak, şen, dikti
- parlak, narin ve zarifti. Doğu ağaçlarının şekillerine ve
yapraklarına sahiptiler. Kabukları düz, parlak ve benekliydi.
Bu manzara derin bir canlılık ve neşe duygusu saçıyordu.
Rüzgar esmemesine karşın sayısız kelebeğin uçuşması
görüntüye bir hareketlilik katıyordu. Bunlar kanatlı laleler
sanılabilirdi.
[6]
Adanın diğer, yani doğu tarafı kapkara gölgelerle
kaplıydı. Buradaki her şey kasvetli, ama güzel ve huzurlu bir
loşluk içindeydi. Ağaçlar koyu renkliydi. Şekilleri ve edaları
kederliydi. Akla yas ve vakitsiz ölüm düşüncelerini getiren
üzgün, vakarlı, hayaletimsi biçimlere bürünmüşlerdi.
Çimenler servilerin açık renk tonunu benimsemişti.
Çimenlerin bükük uçları sarkıyordu. Arada yer yer küçük ve
çirkin tepecikler vardı. Bunlar dar ve alçaktı. Fazla uzun
sayılmazlardı. Mezarlara benziyorlardı, ama değildiler.
Üstlerine ve etraflarına sedefotları ve biberiyeler tırmanmıştı.
Ağaçların gölgesi suya düşüyor ve sanki gömülüyor, suyun
derinliklerini karanlıkla döllüyordu. Güneş alçaldıkça her
gölgenin kendisini doğuran ağaçtan somurtkanca kopup
ayrıldığını ve nehir tarafından özümsendiğini hayal ettim.
Onların yerini hemen ağaçlardan inen yeni gölgeler alıyordu.
Bu fikir hayal gücümü ateşledi ve hayallere daldım. “Eger
büyülü bir ada varsa,” dedim kendi kendime, “kesinlikle
burasıdır. Burası mahvolmuş peri ırkının son birkaç üyesinin
uğrak yeri. Şu yeşil mezarlarda onlar mı yatıyor? Yoksa tatlı
canlarını insanlar gibi mi teslim ediyorlar? Ölürken kedere
kapılmıyorlar mı? Varlıklarını Tanrı’ya azar azar mı
veriyorlar, tıpkı bu ağaçların gölgelerini vermesi, özlerini
dağıtması gibi? Ağaç gölgesini özümseyen ve onunla beslenip
iyice kararan su için neyse, perinin yaşamı da onu içine çekip
yutan ölüm için aynı şey olamaz mı?”
Gözlerimi kısmış bunları düşünürken güneş hızla batıyor,
girdaplı dalgalar adanın etrafında dönüp duruyordu. İnce,
beyaz firavuninciri kabukları suyun üstünde çeşitli şekiller
oluşturuyordu; zengin bir hayal gücü bunlara istediği biçimi
verebilirdi. Bunları düşünürken, sanki üstünde düşünmekte
olduğum perilerden biri adanın batı ucundaki aydınlıktan
yavaşça çıkıp karanlığa daldı. Son derece zarif bir kanonun
üstünde dimdik duruyor, kanoyu incecik bir kürekle
ilerletiyordu. Gün ışığındayken neşeli bir hali vardı - ama
gölgelerin arasına girince keder yüz hatlarını çarpıttı. Suyun
üstünde yavaşça süzülerek adayı turladı ve sonunda tekrar
aydınlık bölgeye girdi. “Perinin bana gösterdiği şey,” diye
devam ettim düşünceli bir edayla, “kısacık yaşamının
çemberleri, Kışının ve yazının içinden salınarak geçti. Ölüme
bir sene yaklaştı. Çünkü karanlık bölgeye girerken gölgesinin
üstünden kayıp düştüğü, kara sular tarafından yutulduğu,
onları iyice kararttığı gözümden kaçmadı”
Kayık ve peri tekrar belirdi. Ama peri bu kez daha kaygılı
ve kararsız hareket ediyordu. Önceki kadar neşeli değildi.
Yine suyun üstünde süzülerek ışıktan çıkıp karanlığa girdi
(karanlık giderek koyulaşıyordu) ve gölgesi yine üstünden
kayarak abanoz sulara düşüp karanlık tarafından yutuldu. Ve
peri adayı tekrar tekrar turladı (güneş hızla batarken).
Aydınlık bölgeye her geçişinde görünüşü biraz daha
kederliydi. Aydınlık ise hafifliyor, soluklaşıyordu. Ve karanlık
bölgeye her geçtiğinde üstünden daha koyu bir gölge
düşüyordu. Bu gölge daha karanlık bir gölge tarafından
yutuluyordu. Ama sonunda güneş tamamen batınca, artık
oldukça çökmüş halde olan peri avutulamaz bir kederle
kayığını abanoz akıntının tarafına sürdü. Oraya ulaştı mı
bilmiyorum - çünkü her şeyin üstüne karanlık çöktü ve o
büyülü periyi bir daha görmedim.
Notlar
[1]
“Her yerin kendine özgü bir karakteri vardır."
[2]
Buradaki Moraux moeursdan türetilmiştir ve “modaya
uygun" veya daha doğru bir çeviriyle “görgü kurallarına
uygun” anlamına gelir - POE.
[3]
“Müzik kendi başına haz verebilen tek yetenektir;
diğer tüm yetenekler tanıkları arzular.”
[4]
Pomponius Melâ “De Silu Orbis’ adlı bilimsel
incelemesinde gelgitlerden bahsederken dünyaya büyük bir
hayvandır, ya da vs. der - POE.
[5]
“Yalnızlık güzel şeydir ama insanın kendisine
yalnızlığın güzel bir şey olduğunun söylenmesine ihtiyacı
vardır."
[6]
Florem putares nare per liquidum acthera - P.
Commire - POE ("Bir çiçeğin sıvı havada yüzdüğünü
düşünürdünüz.")
Do'stlaringiz bilan baham: |