B.. 28 Mart
Kızlarımdan çok ama pek çok memnunum. Beni o kadar sevdiler
ki, teneffüste bile peşimi bırakmıyorlar. Arkadaşlarıma gelince, doğrusu
onlara da fena insanlar diyemem. Bana karşı fazla soğuk duranlar,
odanın bir köşesinde yan yana bakarak benim için herhalde iyi olmayan
şeyler fısıldaşanlar yok değil. Fakat, insan, evinde bile herkesle
sevişebilir mi?
Arkadaşlar arasında en hoşuma giden, Nezihe ve Vasfiye diye iki
sevimli İstanbul çocuğu. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Fakat, muavin
Şehnaz Hanım bana, bunlarla sıkı fıkı arkadaş olmamamı tavsiye etti.
Sebebi nedir, bilmiyorum! Bunlardan başka iki tane eski bildik var.
Birisi vaktiyle Merkez Rüştiyesi’nde beni müdafaa eden uzun boylu,
keskin kara gözlü kadın ki, burada haftada bir gün ders veriyormuş.
Müdür Efendi’nin yan bakışlarından kokmayan yegâne arkadaşımız bu.
Bilakis Recep Efendi, ondan çekiniyor, gizli gizli mavi latasının yakasını
silkerek: “Vah ne şirrettir o! Şunu bir atlatsam yok mu, tövbe olsun
gözüm açılacak!” diyor.
Eski bildiklerden ikincisi kocaman gözlüklü, dişlek bir ihtiyar
muallime. Vaktiyle arası sıra tren arkadaşlığı ederdik. Göztepe
taraflarından bir yerde muallimeydi.
Onun da gözü beni ısırıyor, dikkatle yüzüme bakarak:
-Allah, Allah! Bu kadar benzeyiş görmedim. Vaktiyle trende
afacan bir mektep kızı görürdüm. Size öyle benzerdi ki... Fakat o, galiba,
Fransız filandı. Türlü maskaralıklar eder, bir vagon dolusu halkı
güldürmekten kırar geçirirdi, diyor.
Ben, önüme bakarak:
-İhtimal, olabilir, diyordum.
Mektepte birkaç erkek muallim de var. Zahit Efendi, ihtiyar bir din
downloaded from KitabYurdu.org
242
dersleri hocası. Coğrafya hocası Ömer Bey, kıranta bir miralay
mütekaidi, ismini bilmediğim bir yazı muallimi, nihayet musiki
muallimi Şeyh Yusuf Efendi. Yalnız mektebin değil, bütün B.’nin en
ehemmiyetli bir şahsı, Yusuf Efendi, bir Mevlevi şeyhiymiş, birkaç sene
evvel B.’ye gelmiş, iki kardeş, kendi kendilerine küçük, sessiz bir evde
yaşıyorlarmış. Bu küçük evi bilenler söylüyorlar, bir musiki müzesi
gibiymiş. Her çalgıdan, her sazdan varmış. Zaten Şeyh Efendi, meşhur
bir bestekâr... Öyle parçaları varmış ki, insan, onları ağlamadan
dinleyemezmiş.
Kendisini ilk defa soğuk, yağmurlu bir günde gördüm. Teneffüste
talebelerimle beraber bahçeye çıkmış, onlara yepyeni bir top oyunu
öğretmek bahanesiyle biraz oynamış, eğlenmiştim. İçeriye girdiğim
vakit siyah önlüğüm ıslanmıştı. Arada şunu da söyleyeyim ki, benim
kendi icat ettiğim bu kıyafet mektepte yavaş yavaş yayılmaya başladı.
Hatta, talebelerim arasında bile. Müdür Efendi bunun rengine itiraz
ediyor: “Müslüman kısmına kara giymek yakışmaz, yeşilden yapmalı!”
diyor, ama leke olacağını bahane ederek aldırmıyoruz.
Muallim odasında kocaman bir çini soba yanıyordu, iki duvar
köşesiyle bu soba arasındaki aralığa girerek ayakta durmuş, ellerimi
önlüğümün ceplerine sokarak üstümü kurutuyordum. Kapı açıldı, içeriye
otuz beş yaşlarında, ince uzun boylu bir efendi girdi. O, bildiğimiz
siviller gibi giyinmişti. Böyle olduğu halde bahsedilen Şeyh Yusuf
Efendi’nin mutlaka bu zat olduğunu anladım. Mektepte onu çok
seviyorlar. Arkadaşlar, hemen etrafını aldılar, paltosunu çıkardılar. Soba
borusunu kendime siper ederek ona bakmaya başladım. Halim, tatlı bir
adamdı. Süzgün yüzünde, ekseriya ölmeye mahkûm hastalarda görülen
renksiz, nazik, şeffaf bir beyazlık vardı, ince sarı sakalı, açık mavi
gözleri bana, pansiyonun loş dehlizlerinde mahzun mahzun gülümseyen
İsa resimlerini hatırlattı. Hele söz söyleyişi doyulmayacak kadar tatlıydı.
Bu halim, tatlı seste belli belirsiz bir şikâyet! Etrafında bir daire çeviren
downloaded from KitabYurdu.org
243
arkadaşlarıma bir türlü bitmeyen yağmurlardan şikâyet ediyor, açık
havalan, hırçın bir sabırsızlıkla beklediğini söylüyordu. Bir aralık
gözlerimiz birbirine tesadüf etti. Köşenin karanlığında beni biraz daha
iyi görmek için hafifçe gözlerini büzdü:
-Kim bu küçükhanım, talebelerimizden mi? diye sordu
Arkadaşlarım hep birden bana döndüler. Vasfiye gülerek
-Affedersiniz beyefendi, dedi. Takdim etmeyi unuttuk. Yeni
Fransızca muallimimiz Feride Hanım.
Bulunduğum yerden başımla selamladım:
-Büyük bestekârımızı tanıdığıma çok memnun oldum efendim,
dedim.
Sanatkârlar böyle cümlelere karşı pek hassas oluyorlar. Beyaz
teninde bir pembelik uçtu. Ellerini ovuşturarak boynunu büktü:
-Bendeniz bestekâr sıfatına layık olacak bir eser vücuda
getirdiğime kâni değilim. Birkaç parça eserimde küçük bir meziyet
varsa, o da Hâmit, Fikri gibi bazı büyük şairlerdeki ilahi melâli samimi
bir sesle ifade etmesinden ibarettir, dedi.
Hülasa, bu Yusuf Efendi’yi bir ağabey gibi seviyordum.
Do'stlaringiz bilan baham: |