Kasasındaki adamların bandanaları sokak lambasının ışığında parladı.
Turuncuydular.
Kamyon hızlı gittiği için arkadaki adamlar her engebede hoplayıp zıplıyordu.
Ram! Ram!
diye bağırıyorlardı.
Arkamızda bir korna çaldı ve döndüğümüzde bu kez kasasını yeşil banda-
nalı adamların doldurduğu bir kamyon gördük.
Onlar da tekbir getiriyordu.
Hep birlikte önce turuncu, sonra yeşil kamyona baktık. Bizim bulunduğu
muz noktada birbirbirlerinin yanından geçeceklerdi.
“Pekâlâ,” dedi Dominic. “Meryem Ana yardımcımız olsun.”
“Narayani
bizi korusun,” diye mırıldandı Mahan.
Polislerin yanında durdum ve bir sağa, bir sola baktık. Kamyonlar yavaş
lamıştı.
Geniş kavşakta tek başına nöbet tutan Mahan’ın bir polis telsizi ve bir bam
bu copu vardı. Göz göze geldik.
“Sakin ol,” dedi. “Tanrı bizimle.”
“Değilse bile yakında biz onu ziyarete gidebiliriz,” dedim Marathi dilinde.
“Çok doğru,” diye karşılık
verdi Mahan, Marathi dilinde. “Bizim yörenin
içkilerini sever misin?”
“Kim sever ki?” dedim ve ikimiz de güldük.
Şoförler birbirlerine mümkün olduğunca yakın geçerek sürücülük yetenek
lerini sınamaya karar vermişti. Şoför muavinleri aynaları düzeltip flamalarını
salladı. Kasadakiler yarı bellerine kadar sarkarak tezahürata başladı.
Kamyonlar, kaplumbağaların üzerindeki filler gibi, kaplumbağa hızında
birbirlerine doğru ilerledi. Bizden biraz ileride yan yana durdular.
Her bir
kamyonun kasasında en az yüz adam vardı ve hepsi kendi inançlarına göre
bağrışıyordu. Çıldırmış gibiydiler. Terleri onları yıkıyor ve günahlarından arın
dırıyordu sanki. Bir an sesleri yükseldi. Sonra duaları birbirine karıştı.
İşte o an gergin bekleyişim sona erdi. Bu insanlar birbirlerine öfkeli değildi
zira. Aksine, genç öğrenciler birbirlerinin gözlerinde kardeşliği buluyordu. Ara
vermeden kendilerince Tanrı’nın adını anmaya devam ettiler.
İki kamyondakilerin ortak bir görevi vardı. Çeteler Hindu ve Müslüman
mahallelerindeki yangınlara itfaiyecilerin müdahale etmesine izin vermiyordu.
Bu gençler görgü tanıklarıydı. Gangsterler onların gözleri önünde şiddete baş
vurmaktan çekiniyordu.
Cesaretleriyle halkı kurtarıyorlar ve şehri daha güvenli kılıyorlardı. İki kam
yon birbirinin yanından geçip gitti ve en ufak bir taşkınlık yaşanmadı.
a,
Kamyonlar farklı yönlere doğru uzaklaşırken kavşağın ilerisinde birini gör
düm. Yalnızdı. Karla. Kamyonlardan birine otostop çekmişti anlaşılan.
Siyah bir kot, siyah, kolsuz bir tişört ve kapüşonuyla siyah saçlarını örttü
ğü, ince, kırmızı bir sweatshirt giymişti. Çantasını omzuna asmıştı ve bilekten
bağlı ayakkabıları onun içindeydi. Ayakları çıplaktı.
Yeşil flamalı kamyona el salladığını gördüm ve ona doğru koştum.
Kucaklaştığımızda, “Seni gördüğüme nasıl sevindim bilemezsin,” dedi.
“Sonsuza dek süreceğinden korkmaya başlamıştım.”
“Neyin?” diye sordum.
“Seni bulmamın,” dedi yeşil vezirlerini yüzüme dikerek. “Dedim şimdi bu
birkaç tekinsizle bir yere tıkılıp kalmıştır. Seni kurtarmaya geldim.”
“Ne komik. Ben de senin için aynısını düşündüm. Öp beni.”
Beni öptü ve hafifçe geri çekilip yüzüme baktı.
“Yoksa kavuşma anımızın provasını mı yaptın?”
“Hayatta her şey
bir prova, Karla.”
“Benim laflarımı bana satma, Shantaram. Çok ayıp.”
“Bıraksan başka ayıp şeyler de yapacağım ama.
Güldü. “Aman oraya hiç girmeyelim.”
“Başka bir planın var mı bilmiyorum ama ortalık yatışana kadar benimle ge
liyorsun. Yoksa başım belaya girebilir. Bana göz kulak olmak istersin herhâlde?”
Yine güldü.
“Pekâlâ. Nereye gidiyoruz?”
“Önce arkadaşım Dominic’le tanış. Bana o yardım etti.”
“Motorun nerede?”
“Yollar kapalı. Onunla çıkamazdım. Buraya Dominic’le geldim.
Seni ancak
öyle arayabilirdim.”
“Gerçekten o trafik polisinin arkasına mı bindin?”
İleride duran Mahan’la Dominic’e baktı.
“Motora üç kişi binmeyi dert etmezsen bizi otele bırakır.”
“Ortada olduğum sürece sorun yok,” dedi elimi tutarak.
“O kamyona nasıl bindin?”
Cevap vermedi ama Dominic’in yanına gitmeden önce boş kavşakta durup
beni yeleğimden çekti ve yine öpüştük.
Ayrıldığımızda hâlâ ona doğru eğildiğimi fark ettim. Polisler bize ıslık çalı
yordu. Karla’yı tanıştırdım.
“Memnun oldum,
Bayan Karla,” dedi Dominic. “Sizi ararken bakmadığı
mız delik kalmadı.”
Hindistan’da sır diye bir kavram yoktur. Eğer bir sır hakikaten sır olarak
kalıyorsa birileri onu ulu orta söylemeye üşenmiştir hepsi o. Yoksa ağızlarında
bakla ıslanmaz.
“Ne hoş,”
dedi Karla, “Şehri kurtarmadığın bir gün bana o delikleri anla
tırsın artık.”
İkimiz Dominic’in arkasına bindik. Karla sırtını göğsüme yasladı. Kollarını
arkaya atıp yeleğime tutundu ve gözlerini kapadı. Bacaklarını Dominic’e do
lamak yerine motorun benzin deposuna koysa daha rahat ederdim ya neyse.
Kontrol noktalarından kolayca geçtik. Dominic polis barikatlarında
Marathi dilinde tek bir cümle söyledi:
Do'stlaringiz bilan baham: