325
Dün gece geç vakte kadar ağır yaralı bir ihtiyar yüzbaşı ile meşgul
olmak lâzım gelmişti. Sabaha kaşı yorgunluktan bitap düşmüş, ecza
odasındaki bir koltuğun içinde uyuklamıştım.
Omuzlarıma hafif bir elin dokunduğunu hissettim; gözlerimi açtım,
Doktor Hayrullah Bey’di. Benim üşümemden korkmuş, uyandırmamaya
çalışarak üstüme ince bir battaniye örtmek istemişti; pencereden giren
hafif seher aydınlığı içinde daha solgun ve yorgun görünen mavi
gözleriyle gülümsedi:
-Uyu küçük, rahatsız olma, dedi.
Bu dakikada, bu şefkat, bana öyle tatlı geldi ki... Bir şey söylemek,
minnetimi anlatmak istiyorum. Yorgunluk,
uyku galebe etti, dalgın
dalgın gülümseyerek tekrar uyudum.
İki büyük kusuruna rağmen, bu ihtiyar doktoru çok seviyorum.
Bunlardan biri kaba kelimeler kullanması. Gerçi etrafındakiler de buna
hak kazanacak münasebetsizlikler yapıyorlar ama, bu da sebep olur mu
ya? Bazı ağzından öyle şeyler çıkıyor ki, yanından kaçıyorum. Günlerce
yüzüne bakamıyorum. Mamafih, kabahatini kendi de biliyor,
-Aldırma küçük, bunların irapta mahalli yok, askerliktir, diyor.
Hayrullah Bey, kabahatlerini, saf pişmanlıklarını,
sevimli
mahcubiyetleriyle affettiren, hatta hoş gösteren çocuklara benziyor.
İkinci kabahati bundan daha büyük. Bu kaba saba adamda
anlaşılmaz bir nicelik var. İnsanın kendine bile itiraf edemediği en
olmayacak şeyleri öyle ustalıkla ağzından alıyor ki... Mesela, benim
kimseye söylememek için o kadar çalıştığım sergüzeştimin büyük bir
kısmını biliyor. Bunları nasıl söyledim. Kendim de farkında değilim.
Ara sıra sorduğu tek tuk suallere kuru cevaplar vermekten başka bir şey
yapmamıştım.
Halbuki o, bu sözleri bir araya toplaya toplaya bütün bir hikâye
meydana çıkardı.
Doktorun
kimsesi yok, yirmi beş sene evvel evlenmiş, dokuz ay
downloaded from KitabYurdu.org
326
sonra karısı tifodan ölmüş. O vakitten beri bekâr kalmış, kendisi
Rodosluymuş, fakat Kuşadası’nda da bazı emlaki var. Miralaylık
maaşına herhalde ihtiyacı olmayan bir adam. Çünkü onun birkaç mislini
hastalara sarf ediyor. Mesela bir gün evvel, yaralı
bir neferin
memleketinden gelen mektubunu okumuştum. Neferin ihtiyar anası,
sefaletlerinin son dereceyi bulduğunu, çocukların açlıktan, sokaklara
döküldüklerini yazıyordu. Yaralı, bu mektubu dinlerken derin derin ah
etti.
Hayrullah Bey, yanımızdaki yatakta bir askeri muayene ediyordu.
Birdenbire bu biçare nefere döndü:
-Çok memnun oldum, neyinize güvenir de böyle
alay alay
yumurcak çıkarırsınız ortaya? dedi.
Bu zalim alay, ok gibi yüreğime saplanmıştı. Münasip bir vakitte
bunu ihtiyar doktora söyleyecektim. Fakat o, bana daha evvel bu
meseleden bahsetti:
-Küçük, belli etmeden o ayının anasının adresini al, beş
on lira
gönderelim, dedi.
Öyle anlıyorum ki, bu ihtiyar doktor, ne para için ne de bir vazife
fikriyle askerlik ediyor, onun bir iptilası var: “Sevgili ayıcıklarım”
dediği biçare neferlere muhabbet! Fakat bilmem niçin, bu muhabbeti,
utanılacak bir şey gibi daima gizlemeye çalışıyor.
Do'stlaringiz bilan baham: