Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de



Download 2,6 Mb.
Pdf ko'rish
bet4/27
Sana12.08.2021
Hajmi2,6 Mb.
#146148
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27
Bog'liq
Kavgam - Adolf Hitler ( PDFDrive )

BÖLÜM 10

Almanya'da

savaştan

önce


çökmeyi

hazırlayan  en  korkunç  olaylardan  biri  de  her

yönden,  her  şeyin  ve  herkesin  üzerine  yapılan

tel  kinle,  enerjinin  yok  edilmesiydi.  Herkes

kendisini bir emniyetsizlik içinde görüyordu. Bu

durum  karşısında  ortaya  çıkan  korkaklık  da

herkesin

enerjisini

yutuyordu.

Öğretim


müesseseleri  de  bu  hastalığı  şiddetlendirdi.

Savaş öncesi Almanya'da öğretim inanılmayacak

derecede  zaaflar  gösteriyordu.  Bu  öğretim

sistemi sadece saf bir bilgi veriyordu ve nüfus ve

kudret  mefhumuna  pek  az  bağlı  idi.  Ferdin

karakterinin

oluşumuna

pek


az

önem


veriliyordu. Ayrıca sorumluluk taşımanın verdiği

zevkin  gelişmesine  dikkat  edilmiyordu,  iradenin

karar  verme  kudretinin  gelişmesi  de  ihmale

uğruyordu,  işte  bu  usulün  kurbanları  olan

Almanlar  için  savaştan  önce  çok  bilgili  sıfat

kullanılıyordu.

Biz  Almanlar

seviliyorduk.




Çünkü  bizden  pek  çok  faydalanıyorlardı.  Fakat

bize  saygı  göstermiyorlardı.  Sebep  karakter

zayıftı.

Eğer


Almanlar

milliyetlerini

ve

vatanlarını  kaybederlerse  buna  pek  şaşmamak



gerekirdi.  Bu  durumu  "elde  şapka  bütün

memleket  dolaşılır"  darbımeseli  gayet  iyi  ifade

etmektedir.

Bu  uyuşturucu  yumuşaklık  hükümdarla  olan

münasebetlere  de  sirayet  edince,  sonuç  çok

korkunç  oldu.  Hükümdara  hiçbir  zaman  "hayır"

denmeyecekti.

Hükümdarın

lütfen

söylediklerinin  hepsi,  tasdik  edilecekti.  Halbuki



insan haysiyetinin en hür görünümü hükümdarın

huzurunda

gerekli

ve


faydalı

olabilirdi.

Yapılanların hepsi dalkavukluktu ve monarşi bu

dalkavukluklar yüzünden öldü. Bu rezil ve cıvık

herifler, en asil tahtların yanında kendilerini çok

rahat  hissetmişlerdir.  Bu  adi  adamlar  her  olayda

efendilerine  tam  bir  bağlılık  gösterirlerken,

insanlığın  büyük  bir  kısmına  da  hakaret

ediyorlardı.  Hele  zavallı  topluluklara  karşı

kendilerim  tek  monarşistler  olarak  tanıtırlarken,

yüzsüzlüğün  en  büyük  örneğini  veriyorlardı,

ister  asil  olsun,  ister  olmasın,  bu  gerçek  riyayı




ancak  bir  solucan  yapabilirdi,  işin  esası

araştırılırsa,  monarşinin  ve  özellikle  monarşi

fikrinin  mezar  kazıcılarının  yine  bu  herifler

oldukları görülür. Zaten bir sonuç da çıkmazdı.

Bir  dava  uğrunda  harekete  geçen  kimse,

hiçbir  zaman  sinsi  bir  dalkavuk  gibi  faaliyet

göstermez. Bir müesseseyi kurtarmaya veya onu

ilerletmeye  karar  vermiş  olan  kimse,  bu  davaya

kalbinin bütün lifleri ile bağlanmalıdır. Herhalde,

monarşinin  demokratik  dostlarının  yaptıkları

gibi,  kapı  kapı  dolaşıp  aleyhte  birtakım  yalanlar

söylememelidir. Tersine dava adamı, hükümdarı

pek ciddi bir şekilde her şeyden haberdar edecek

ve onu ikna etmeye çalışacaktır. Eğer hükümdar

bir  felakete  sebep  olacak  karara  varırsa,  onun

kendi  iradesine  göre  karar  vermekte  hür

kalmasını reddedecek ve bu menfur kararı kabul

etmek  hakkını  kendisinde  bulmayacaktır.  Böyle

durumlarda  bir  tehlike  dahi  doğacak  olsa,

monarşiyi

hükümdara

karşı


korumaya

mecburdur.

Bu  teşkilatın  değeri  o  sıra  başta  bulunan

hükümdarın  şahsına  dayanıyorsa,  bu  müessese

akla  gelenlerin  en  kötüsü,  en  berbatıdır.  Çünkü



hükümdarların  sanıldığı  gibi  akıl  ve  hikmete,

hatta  sadece  karaktere  sahip  bir  seçkin  zümre

meydana  getirmeleri  pek  enderdir.  Bunun  böyle

olmayacağım  dalkavukluğu  kendilerine  meslek

edinmiş  olan  kimseler  iddia  edebilirler.  Fakat

bütün  doğru  ve  namuslu  kimseler,  böyle  bir

aptallığı ayakları ile itmekten bile tiksinirler, işte

bir  devlet  için  de  en  değerli  olan  kimseler

bunlardır.  Hükümdar  söz  konusu  edilse  bile,

bütün  hükümdarların  gözünde  tarih,  tarihtir  ve

gerçek,  gerçekten  ibarettir.  Asla  büyük  bir

hükümdarın  şahsında,  büyük  bir  adama  tesadüf

edilemez.  Böyle  güzel  bir  tesadüf  milletlere  pek

az  nasip  olur.  Demek  oluyor  ki  monarşi  fikrinin

değeri  ve  önemi bizzat  hükümdarın  şahsına

istinat  ettirilemez.  Sadece  Allah,  tacı  Büyük

Frederic  gibi  dahi  bir  kahramanın  veya  Birinci

Guillaume gibi akıllı bir kimsenin başları üzerine

koyma  kararını  alır.  Bu  şans  ise,  yüzyılda  bir

meydana  gelir,  pek  ender  olarak  daha  da  sık

görülebilir. Fakat burada da fikir şahsa aittir. Bu

teşkilatın  ruhu,  bütünü  düşünülerek  meydana

getirilmiş  bir  müessesedir,  işte  bu  sebepten

dolayı  hükümdar  bir  hizmetkar  seviyesine  iner.




O  da  artık  bir  makinenin  vidasından  ibarettir  ve

makinenin

tümüne

karşı


bazı

görevlerle

yükümlüdür.  Hükümdar  da  yüksek  gerekler

karşısında eğilmek zorundadır. Monarşinin tacını

taşıyan  hükümdar,  kendi  tacına  karşı  işlenecek

cinayetlere  göz  yumması  gereken  değildir.

Gerçek  monarşist  bu  şekil  davranıştan  onu

alıkoyacaktır  ve  alıkoyması  gereken  adamdır.

Eğer  bu  müessesenin  değeri  fikirde  olmayıp,  ne

şekilde


olursa

olsun


taç

giymiş


şahısta

toplansaydı,  çılgınlık  yapan  bir  hükümdarı  dahi

tahttan indirmek hakkı bulunmazdı.

Şimdiden bu noktayı açıkça meydana koymak

gerektir.  Günümüzde,  ortadan  kalkmış  bazı

olayların  gittikçe  yeniden  sahneye  çık  tıklarını

görüyoruz.  Bu  olaylar,  monarşinin  yıkılmasında

baş  rolü  oynamıştı,  işte  şimdi  bu  herifler  yüzleri

kızarmadan,

yeniden


hükümdarlarından

bahsetmektedirler.  Halbuki  birkaç  yıl  önce  en

müşkül  anda  hükümdarı  terk  etmişlerdi.  Ama

bugün


kendilerinin

yalanlarına

katılmayan

Almanları,  fena  kimseler  olarak  damgala

maktadırlar.  Gerçekte  bu  korkak  adamlar  1918

yılında kızıl pazı bandı görür görmez çil yavrusu




gibi  dağılan  ve  dört  bir  tarafa  kaçı  şanlardı.

Hükümdarlarını  bırakıp,  silahlarını  derhal  bir

kenara  ata  r  ak  ellerine  birer  baston  alıyorlar,

tarafsız

boyunbağlarından

korkuyorlar

ve

barışsever  burjuvalar  gibi  etrafta  hiçbir  iz



bırakmadan  ortalıktan  kayboluyorlardı.  Bu

hükümdarlık

şampiyonları

ve


şakşakçılar

birdenbire  yok  olmuşlardı.  Ancak  devrim

fırtınası  başka  heriflerin  sayesinde,  bunlara

yeniden  her  yerde  "yaşasın  hükümdar!"  diye

ulumak  imkanını  verecek  kadar  dindiği  zaman,

tahtın  bu  hizmetkarı  ve  müşavirleri  tekrar

kendilerini  ihtiyatlı  adımlarla  ortaya  çıkardılar

Şimdi  yine  bu  adi  herifler  hırs  ve  istek  dolu

sözlerle  etrafı  kolaçan  edip,  Mısır'ın  soğanlarına

hasret


çekiyorlardı.

Hükümdar

lehindeki

gayretlerini  ve  harekete  geçme  hırslarını  zor

zaptedebiliyorlardı.

Fakat


yeniden

kızıl


pazubandlar  ortalıkta  görünüp,  eski  monarşi

serabı


tekrar

oluncaya

kadar

böyle


davranacaklar  ve  sonunda  yine  köy  den  kaçan

sıçanlar gibi dağılıp gideceklerdi.

Hükümdarlar,  bu  durumdan  bizzat  sorumlu

olmasalardı,  bu  günkü  şakşakçılarına  rağmen




kendilerine  acınabilirdi.  Fakat  bu  hükümdarlar

şunu  bilsinler  ki,  böyle  şövalyeler  olursa  tahtlar

kaybedilir,  fakat  hiçbir  zaman  bunlarla  yeni

tahtlar


kazanılmaz.

Bu


sadakat

bugünkü


öğretimimizin  hatalarından  biri  idi.  Hatta  bu

konuda da acı bir intikam aldı. Bu sadakat, aynı

üzücü  olayları  bütün  saraylarda  meydana

getirmiş  ve  monarşinin  temellerini  ağır  ağır

yıkmıştır. s Bina sallanmaya başladığı sırada ise

buna  sebep  olanlar  ortalıktan  i  kaybolup

gitmişlerdir. Hiç şüphe yok ki korkaklar ve yüze

gülen , herifler, efendileri uğrunda canlarını feda

etmezler.  Bu  hükümdarlar  ,  bu  gerçeği  hiçbir

zaman öğrenemediler. Bu eksiklikleri de onların

•  yok  olmaları  sonucunu  doğurdu.  Bu  manasız

öğretimden çıkan sonuç, sorumluluk korkusu ve

hayati konularla ilgilenmek için bile

bir zaaf teşkil etti.

Bu  salgın  hastalığın  başlangıç  noktası,  hiç

şüphe  yok  ki  parlamento  müessesesi  oldu.

Çünkü  bu  müessese  sayesinde  sorumsuzluk

mikrobu  laboratuarda  ürer  gibi  çoğalıp,  etrafa

yayıldı.  Böylece  hastalık  yavaş  yavaş  bütün

faaliyetlere  sirayet  etti.  En  büyük  tesirini  de




devletin faaliyetleri üzerinde gösterdi. Her tarafta

ve  her  şeyde  sorumluluktan  kaçınılmaya

başlandı. Sadece yetersiz ve yarı tedbirler alındı.

Birisi bir sorumluluk alacak olursa, kabul edilen

sorumluluk en aşağı hadde indirildi.

Kamu  hayatında  gerçekten  zararlı  birtakım

olayları  ve  bu  olayların  devamlılığı  karşısında

bütün  hükümetlerin  aldıkları  tedbir  ve  vaziyet

incelenmelidir.  Bu  genel  adiliğin  korkulacak

önemi  (!)  kolayca  görülecektir.  Gözümüzün

önünde  duran  örnekler  yığını  içinden  sadece

birkaçını ele alacağım.

Gazetecilikte,  basını  devlet  içinde  büyük  bir

kudret  gibi  göstermek  pek  adet  olmuştur.

Gerçekten  basının  önemi  büyüktür  ve  değerini

takdir etmemek hatadır.

Gazete  okuyucusunu  üç  kısma  ayırmak

mümkündür:

1. Her okuduğu şeye inananlar.

2. Hiçbir şeye inanmayanlar.

j  3.  Okuduğunu  bir  tenkit  ruhu  ile  tetkik

ettikten sonra bir hükme varanlar.

Birinci  kısma  dahil  olanlar  sayıca  en  kabarık



olanlardır. Halkın büyük bir çoğunluğunu içerir.

Yani  milletin  fikir  bakımından  en  basit

bölümünü temsil ederler. Bunlar doğum tarihleri

itibariyle  veya  tahsil  ve  terbiyeleri  bakımından

düşünme ve muhakeme kabiliyeti

,  olmayan,  basılı  olarak  ellerine  verilen  her

şeye inanan kimselerdir.

(  Bir  de  bu  gruba,  muhakeme  yapabilecek

durumda  oldukları  halde,  düşünme  tembelliği

dolayısıyla  başka  bir  kimsenin  daha  önce

düşünmüş

olduğu


herhangi

bir


şeyi

minnettarlıkla  kabul  eden  ve  o  kimsenin  bu  şey

için  gayret  sarf  etmiş  olduğunu  zanneden  ve

doğru  olacağını  tevazu  ile  karşılayan  "akıllılar

takımı" da dahildir.

Çoğunluğu  temsil  eden  bu  kütle  üzerinde

basının  tesiri  çok  büyüktür.  Bunlar  kendilerine

sunulan


şeyleri

incelemek

için

istek


göstermezler,  esasen  bir  şeyi  inceleyebilecek

kabiliyete  de  sahip  değillerdir.  Bu  grup  ciddi  ve

gerçeğe  sadık  kalan  yazarlar  tarafından  doğru

yol  gösterilip  aydınlatıldıkları  takdirde  müspet

netice  alınır.  Fakat  bu  gruba  bilgi  verenler,  rezil



kimseler  veya  yabancılar  olduğu  takdirde  bu

yayının sonucu zararlı olur.

İkinci gruba gelince, bunlar sayıca pek büyük

bir  yekûn  tutmazlar.  Bu  grup  önceleri  birinci

gruba  dahil  olup,  daha  sonra  acı  hayal

kırıklıklarına  uğradıkları  için  kendilerine  basılı

bir  metin  şeklinde  hitap  edildiğinde  hiçbir  şeye

inanmamaya  karar  vermiş  kimselerdir.  Her

gazetenin  içeriği  hakkında  atıp  tutarlar.  Bütün

gazetelerden  nefret  ederler.  Bu  gruba  dahil

olanlara göre, gazetelerin yazdıkları şeyler yanlış

ve  yalandan  ibarettir.  Bu  tür  kimseleri  idare  çok

zordur.  Çünkü  gerçek  karşısında  dahi  vesveseli

kalırlar. Bu şu demektir ki, olumlu her iş için bu

kimseler kaybedilmiş birer elemandır.

Üçüncü  grup,  ikinci  gruba  nispetle  daha  da

küçük  olanıdır.  Sayıları  çok  azdır.  Zeki

kimselerdir.  Bunlar,  doğuştan  ve  gördükleri

eğitim  sonunda  düşünmeyi  öğrenmişlerdir.  Her

hususta  kendi  kafalarınca  bir  hüküm  vermek

isterler.  Okudukları  her  şeyi  derin  bir  tetkike,

etraflı  bir  düşünceye  ve  değerlendirmeye  tabi

tutarlar.  Bir  gazeteyi  ellerine  aldıkları  vakit,  o

gazetedeki  yazar  ile  uzun  süre  zihnen  mesai




birliği  yaparlar.  Bunun  için  yazarın  görevi

zorlaşır. Gazeteciler de bu tip okuyucuları ancak

ileriyi düşünerek severler.

Bir gazetenin yazıları üzerine sıvayıp sunduğu

budalalıklar,  bu  kimseler  için  bir  tehlike  teşkil

etmez. Onlar, her gazeteyi gerçeği ancak ara sıra

yazan  bir  alaycı  adam  olarak  düşünürler.  Bu

kimselerin önemi, zekaları bakımındandır, yoksa

sayılarından dolayı değildir. Akıl ve hikmetin bir

değeri  olmayıp,  çoğunluğun  her  şey  demek

olduğu bir devirde ise bu hal felakettir.

Bu  kimselerin,  ahlaktan  mahrum,  cahil,  kötü

niyet  sahibi  eğitimcilerin  ellerine  düşmelerine

engel  olmak  bir  devlet  görevi  ve  aynı  zamanda

birinci  derecede  sosyal  görevdir.  Bundan  dolayı

devlet  bu  gibi  kimselerin  yetişmelerine  nezaret

etmek  ve  adi  makalelerin  yayınına  engel  olmak

görevi  ile  mükelleftir.  Bunun  içindir  ki,  devlet

balı

sini


yakından

kontrol


altında

bulundurmalıdır.  Çünkü  basının  bu  kimseler

üzerindeki  nüfuzu  çok  daha  kuvvetlidir.  Bu  da

geçici  bir  E  şekilde  değil,  devamlı  tesir

yapmasından  ilen  gelir.  Basın  o  büyük  s

önemini,

öğrettiği

şeyleri


devamlı

tekrar



edebilmesinden kazanır.

İ1  Başka  hususlarda  olduğu  gibi  burada  da

devlet  bütün  vasıtaların  aynı  gayeye  hizmet

etmesi  gerektiğini  unutmamalıdır  ve  hükümet

"basın  hürriyeti"  denilen  saçma  bir  sözden

dolayı  acze  düşmemelidir.  Yoksa  böyle  bir

durum;  hükümeti,  görevini  eksik  yapmağa  ve

mille  -I  ti  fayda  gördüğü  bir  gıdadan  mahrum

etmeye  sevk  eder.  Hükümet  l  hiçbir  kuvvetin

durduramadığı  bir  azim  ve  kararla  bu  eğitim

vasıta-ı  avucunun  içine  almalı  ve  onu  devlet  ile

milletin hizmetinde bulundurmalıdır.

Savaştan  önceki  basın  hangi  gıdayı  sağladı?

Bu  basın  en  iğrenç  bir  zehir  değil  miydi?  Bütün

devletler  Almanya'yı

yavaş


yavaş,

fakat


muhakkak  surette  öldürmeyi  bir  görev  kabul

ettikleri  bir  sırada  Alman  milletine  barışçılık

aşılanmadı  mı?  Basın  milletimizi  ahlak  dışı  bir

istikamette  terbiyeye  yardımcı  olmadı  mı?

Ahlak,  örf  ve  adetler  irtica  olarak  gösterilmedi

mi?  Basın,  devlet  binasını  yıkmak  için,  tek  bir

darbe

yetecek


şekilde

devlet


otoritesinin

temellerine  girmedi  mi?  i  Devamlı  eleştirilerle




ordu aşağılanmadı mı? Genel askerlik hizmetine

sabotaj yaparak orduya ayrılan tahsisatın reddini

istemedi  mi?  Liberal  denilen  basın,  Alman

milleti  ve  imparatorluğu  için  bir  mezar

kazıcısından  başka  bir  şey  olmamıştır.  Bu

konuda


Marksist

»•yalancılık

hakkında

söylenecek  bir  şey  yoktur.  Kedi  "dışardan

bakıldığında  sanki  objektif  bir  tutum  içinde

kalarak  "  için  sıçan  avlamak  ,  gibi...  Onların

nazarında  yalan,  bir  hayati  lüzum  ve  icaptır.

Bunların


(görevi,

Alman


milletini

uluslararası

sermayenin  ve  bu  sermayenin :  sahipleri  olan

Yahudilerin  esaretine  sokmak  için  milletin

belkemiğini  kırmaktır.  Milletin  bu  toptan

zehirlenmesi  hareketine  karşı,  devlet  hiçbir

teşebbüste  bulunmadı.  Birkaç  gülünç  tesirsiz

kararname Ve pek şiddetli bazı kötülüklere karşı

birkaç  basit  ceza  ile  yetinildi.  Bazen  müdahale

ederek,  bazen  basının  değeri  ve  önemi  teslim

edilerek  bu  belanın  sevgisini  kazanmanın

mümkün  olacağı  sanıldı.  Fa--  kat  bütün  bu

saçmalıklara  Yahudiler  tebessümle  karşılık

verdiler  ve  JV  sinsi  bir  teşekkür  ile  borçlarını




ödediler.  Devletin  bu  miskinliğinin  ve  aczinin

sebebi  bu  tehlikenin  anlaşılmamış  olmasında

değildi.  Sebep,  insanı  delirtecek  derecede  bir

korkaklıkla  alınan  karar  ve  tedbirlerden  doğan

zaaftı.  Kesin  ve  köklü  tedbirlere  başvurmaya

kimse  cesaret  edemiyordu.  Sadece  göstermelik

tedbirlerle,  güya  bir  şeyler  yaptıklarını  sandılar

ve yılanın kafasını ezecekleri yerde onu şiddetle

tahrik  ettiler.  Sonuç,  eski  durum  değişmediği

gibi,  ezilmesi  gereken  müessesenin  kuvvetinin

yıldan .yıla artması oldu.

O  zamanki  Alman  hükümetlerinin,  milleti

yavaş  yavaş  zehirleyen  ve  kaynağı Yahudi  olan

basına  karşı  kendini  savunması  için  açtığı  savaş

kararsız  ve  özellikle  bir  gayeden  yoksun  idi.

Gerek  bu  mücadelenin  öneminin  takdiri,  gerek

vasıtaların  seçilmesi  ve  sağlam  bir  plan

yapılması  hususunda  bilgiler  eksikti.  Her

kafadan  bir  sürü  ses  çıkıyordu.  Bazen  çok  ileri

gittiklerini

hissettiklerinde,

herhangi

bir

gazeteciyi  hapse  atıyorlardı.  Fakat  bu  tedbir



birkaç  haftalık  veya  birkaç  aylık  bir  işti.  Yılan

yuvasının  eski  hali  ile  ortada  durmasına  hiçbir

şey  söylenmiyor  ve  yapılmıyordu.  Hiç  şüphe



yok  ki  bu  durum,  bir  yandan  Yahudilerin

kurnazca  davranışlarının,  öte  yandan  koca  bir

budalalığın

sonucu


idi.

Yahudi,


basının

tamamına

hücum

edilmesine



müsaade

etmeyecek  kadar  akıllıydı.  Marksist  gazeteler,

halkın  kutsal  saydığı  her  şeyin  aleyhinde  en

kaba  bir  şekilde  savaş  açarlarken,  en  adi  ve  pis

bir dille devlete ve hükümete saldırarak, milletin

çeşitli


parçalarını

birbirlerinin

aleyhinde

kışkırtıyorlardı.  Bu  sırada  burjuva-dernokrat

Yahudi  gazeteleri  de  şiddetli  sözlerin  hepsinden

kaçınmaya  gayret  ediyorlardı.  Gerçekte  bu

Yahudi  gazeteler,  boş  kafaların  ancak  dış

görünüşe bakarak hüküm verdiklerini, her şeyin

değerim  içeriği  ile  değil  de,  sadece  dışardan

gördükleri  ile  ölçtüklerini  biliyorlardı.  Yahudi

basını,  kendisine  saygı  ve  riayeti  insanlığın  bu

zaafından faydalanarak sağlıyordu.

Bu  adamlar  için  Frankfurt  Gazetesi  ciddi  ve

haysiyetli  gazete  i-di.  Bu  gazete  hiçbir  zaman

adi  tabirler  kullanmaz,  maddi  sertlik  ve

şiddetlerin

aleyhinde

bulunur


ve

daima


mücadelesini aklın silahları ile yapardı. Fakat ne

garipti  ki,  bunlar  akıldan  en  çok  yoksun




olanların tercih ettikleri silahlardı.

Bu  adamlar  için  Frankfurt  Gazetesi  ciddi  ve

haysiyetli  amacın  derin  anlamını  anlayacak

duruma  yükseltmeden  öylesine  bir  ilim  ile

tanışık  halde  bırakan  yarım  öğretimdi.  Eşyanın

derin  anlamını  anlayabilecek  seviyeye  çıkmak

için  sadece  gayret  ve  iyi  niyet  bir  işe  yaramaz.

Burada  akıl  da  gereklidir,  hem  de  doğuştan

kazanılmış bir akıl... En son ilim daima derin ve

tabii


sebeplerin

sonucudur.

Şimdi

bu

anlattıklarımı biraz açıklayayım.



İnsan  hiçbir  zaman,  tabiatın  hakimi  olmak

gayesine  gerçekten  eriştiğine  inanmak  gibi  bir

hata  işlememelidir.  Yarım  öğretimin  verdiği

gurur böyle bir hata işlemeye fırsat hazırlar. Tam

aksine  tabiatın  hakimiyetinin  gereğini  ve

zaruretini  idrak  etmek  ve  kendi  hayatının,

yükselmek  için  gereken,  o  ebedi  kavga  ve

gayret  kanunlarına  ne  kadar  ters  düştüğünü

anlayıp,  bilmelidir,  işte  o  zaman,  gezegenlerle

güneşin  elips  şeklinde  yol  takip  ettiklerini,  ayın

ve  yıldızların  döndüklerini,  kuvvetin  her  tarafta

ve  tek  başına  zayıfı  ezerek  hakim  olduğu  ve

zayıfı  kendi  hizmetim  gördürmeye  zorladığı



veya  parçalayıp  dağıttığı  bir  dünyada,  insanın

özel kanunlara bağlı olmayacağını hissedecektir,

insan  da  bu  en  büyük  akıl  ve  hikmetin  sonsuz

prensiplerinin

hakimiyeti

altındadır,

insan

bunları  anlamağa  teşebbüs  edebilir,  fakat



bunlardan  kurtulmaya  hiçbir  zaman  muvaffak

olamayacaktır.

Yahudi özellikle bizim fikir sapıkları için, fikir

gazeteleri  yayınlar.  Franfurter  Zeitung  ile

Berliner  Tageblatt  bu  tip  gazetelerdendir.

Bunların ifade biçimleri özel okuyucularına göre

ayarlanmıştır.  Bu  fikir  basım,  bu  insanlar

üzerinde  tesirli  olur.  Dışardan  bakıldığında  çok

münasebetsiz  gibi  görünecek  bütün  şekillerden

kaçınırlar,  ama  bu  gazeteler  okuyucularının

kalplerine

başkalarından

aldıkları

zehirleri

akıtırlar. Ahenkli yazılarla okuyucuyu sadece saf

ilmin  veya  yüksek  ahlakın  kendilerim  harekete

getiren  kuvvet  olduğu  kanaati  ile  aldatırlar.

Halbuki,  gerçek  böyle  değildir.  Onlar  bu  vasıta

ile,  rakibinin  elinden  basına  muhtaç  olduğu

silahı  çekip  almak  için  hile  ve  deha  dolu  usule

başvurmaktadırlar.

Gerçekte bazıları zorla ciddiyet ve ağırbaşlılığı




yaymaya çalışırlarken, bütün ahmaklar buna pek

kolay  kanarlar.  Çünkü  diğerleri  tarafından  söz

konusu  edilen  tek  şey  hafif  ihtiraslardır  ve

bunlar  hiçbir  zaman  basın  hürriyetine  tecavüz

değildir.  Halka  yalan  söylemek  ve  yalana

inandırmak,  onu  zehirlemek  için  istifade  edilen

ve  herhangi  bir  cezadan  masum  kalan  usulün

uygulanmasına  basın  hürriyeti  denir.  Devlet

adamları  dişli  basını  aleyhlerine  çevirmek

korkusu  ile  bu  haydutluğa  karşı  gelmekten

çekinirler. Bu çekinme de pek haklıdırlar. Çünkü

bu  adi  gazetelerden  birine  karşı  gelinecek  olsa

hemen  diğerleri  onun  tarafını  tutarlar. Yalnız  bu

gazetenin  mücadele  usulünü  onaylamazlar.

Onlar  için  söz  konusu  olan  şey  sadece  basın

hürriyetinin  ve  fikrinin,  açıkça  söz  söyleme

prensiplerinin  müdafaası  ve  yayılmasından

ibarettir.

İşte  bu  haykırmalar  karşısında  en  kuvvetli

kimseler zayıflarlar. Çünkü bu kampanya sadece

büyük gazeteler tarafından açılır.

.  işte  böylece  bu  şartlar  içinde  gelişen  bu

zehir,  hiç  kimsenin  karşı  koymasına  fırsat

vermeden milletimizin kanında akıp gitti. Devlet




de  bu  hastalığa  karşı  kuvvetli  olamadı.  Daha

önceden


kendisini

hissettirmiş

olan

imparatorluğun  çöküş  tehlikesi  için  kullanılan



çarelerin gülünç ve yetersiz oldukları derhal belli

oluyordu. Her silahla kendisini korumaya kalkan

bir  müessese,  artık  kendisini  kapıp  koyvermiş

demektir.  Her  sınıf,  iç  bozulmanın  açık  bir

işaretidir.  Dış  yıkılma  er  geç  bunu  takip

edecektir.

Ben  öyle  tahmin  ediyorum  ki,  bugünkü  nesil

gayet  iyi  sevk  ve  idare  edilirse,  bu  tehlikeye

kolayca  karşı  konacak  ve  engel  olunacaktır.

Günümüzün  nesli  öyle  olaylardan  geçti  ki,  bu

olaylar  henüz  bozulmamış  olanların  sinirlerinin

kuvvetlenmesine

yardım

etti.


Hiç

şüphe


edilmesin ki Yahudilerin çok sevdiği yuvaya bir

el atıldığı, bu el koyma ile basın rezaletlerine son

verildiği  ve  bu  kapsamlı  eğitim  vasıtası  devletin

hizmetine sokulduğu, millete yabancı ve düşman

olan

kimselerin



nüfuzlarından

kurtarıldığı

zaman,  bu  gazetelerde  yine  büyük  bir  feryat

kopacaktır.  Fakat  bu;  biz  gençlere,  eskiden

babalarımıza  olduğundan  daha  az  bir  sıkıntı

verecektir.  Otuz  santimetre  boyundaki  bir  obüs,




daima  bir Yahudi  yılanının  çaldığı  ıslıktan  daha

kuvvetli  ses  çıkarır.  Öyle  ise  bırakalım  onları

ıslık çaladursunlar...

Şimdi  vereceğim  örnek  savaştan  önceki

Alman  hükümetinin  milliyet  için  en  önemli

hayati  konulardaki  yetersizliğini  ve  aczini  bir

kere daha ortaya koyacaktır. Siyaset, örf, adet ve

ahlak  yönünden  halkın  kirletilmesine  paralel

olarak  ve  aynı  şiddette  bir  başka  zehirlenme

olayı  daha,  birçok  yıldan  beri  milletimizin

fertleri  üzerinde  meydana  geliyordu.  Frengi  ile

verem  adeta  yarış  halinde  idi.  Frengi  büyük

şehirlerde  gittikçe  şiddetini  arttırıyordu.  Verem

ise  memleketin  dört  bir  tarafında  bir  orak

gibiydi,  yakaladığım  biçiyordu.  Frengiye  karşı,

devletle  beraber  halk  da  teslim  oldu.  Ciddi  bir

şekilde mücadele gerekiyordu. Şüpheli bir ilacın

yapılması  ve  kullanılması,  bu  salgına  karşı

hemen  hemen  tesirsiz  kalırdı.  Zahiri  olayları

ortadan  kaldırmaktan  çok,  sebeplerle  mücadele

etmek  daha  doğru  olurdu.  Sebep,  birinci

derecede  aşk  ve  fuhşa  dayanmaktadır.  Fuhuş  f

frenginin  o  korkunç  yayılma  sonucuna  sebep

olmasa  bile,  millet  için  yine  zararlıdır.  Çünkü




ahlak  düşkünlüğü  bir  milleti  ağır  ağır  ve

tamamen tahrip için yeterlidir.

Manevi  hayatımızın  Yahudileştirilmesi  ve

çiftleşme  tatbikatının  [bir  para  meselesi  şekline

çevrilmesi  zürriyetimiz  üzerinde  er  geç  zararlı

olacaktır.  Tabii  bir  histen  doğmuş  sıhhatli  bir

çocuğa  karşılık,  ameli  sahada,  mali  bir

muameleden  dünyaya  gelmiş  mahsuller  ortaya

çıkacaktır.  Bu  mali  muamele  Alman  milletinin

izdivaçlarına  git-1  tikçe  hakim  olacaktır.  Aşk

şiddetle  hüküm  sürüyorsa  da  bu  başka  ilerde

oluyordu.

Bu konuda da tabiatla bir süre alay etmek pek

tabii  mümkün-!'dür.  Fakat  intikam  er  geç  gelir

ve  kendim  bir  süre  sonra  gösterir  ve-insan  ateş

bacayı sardıktan sonra bunun farkına varabilir.

Evlenmenin normal ilk şartlarının daima takdir

edilmemesinden  çıkan  sonuçların  ne  kadar

tahribe  sebep  olduğunu,  bizim  asaletimize

bakarak


görmek

kolaydır.

Burada

bir


çoğalmanın  kısmen  kibar  hayattan  doğan

zorlama  üzerine,  kısmen  de  mali  sebepler

üzerine  istinat  eden  sonuçları  değerlendirilir.



Bunlardan  biri  kanın  zayıflamasına,  diğeri  de

zehirlenmesine  sebep  olur.  Çünkü  mağazalarda

tezgahtarlık  yapan  Yahudi  kızları  ve  kadınları,

son  Altes'in  zürriyeti-'  ni  sağlamaya  ve  devam

ettirmeye

ehil


sayılırlar

ve


bununla

bir


Altesliliğin  her  şeyine  sahip  olurlar.  Her  iki

halde de bundan tam bir Soysuzlaşma hasıl olur.

Burjuva  sınıfı  bugün  aynı  yol  üzerinde

yürümektedir. O da aynı sonuçla karşılaşacaktır.

Hoş olmayan gerçeklerin önünden kayıtsız bir

şekilde  geçip  gitmek  için  acele  ediliyor.  Sanki

böyle  davranılırsa,  var  olan  bir  şeyi  yok  etmek

mümkün  olacakmış  gibi  düşünülüyor.  Ama,

büyük  şehir  halkının  aşk  hayatında  fuhuş  geniş

bir  yer  almakta  ve  bu  yüzden  frengi  salgını

gittikçe  artarak  sayısız  kurbanları  yutmaktadır.

Bu  gerçek  inkar  edilemez,  olaylar  ortadadır.  Bu

toplam  bulaşmanın  açık  örneklerinin  bir  kısmı

akıl  hastanelerinde,  diğer  bir  kısmı  da  ne  yazık

ki  çocuklarımızda  görülmektedir.  Evet  özellikle

çocuklar,

cinsi

hayatımızda



bu

korkunç


hastalığın  devamlı  yayılışının  açık  delilleridir.

Çocukların  hastalıklarında  anne  ve  babaların

rezaletleri ortaya çıkmaktadır.



Buna hal çaresi bulmanın çeşitli yolları vardır.

Bazı  kimseler  hiçbir  şey  görmezler  veya  hiçbir

şey  görmek  istemezler.  Şüphesiz  bu  şekil

davranış, en basit ve en iktisadi bir vaziyet alma

usulüdür. Bazıları da gülünç olduğu kadar, yalan

olan  bir  soluğun  kutsal  örtüsü  ne  bürünürler.

Bütün  konularda  sanki  büyük  bir  günahtan

bahsediliyormuş  gibi  konuşurlar  ve  her  şeyden

önce,  yakalanan  günahkar  aleyhinde  en  büyük

nefretlerini  belirtirler.  Sonra  da  yobazca  bir

nefret  içinde,  bu  dinsiz  hastalığa  karşı  gözlerini

kaparlar  ve  Sodome  ve  Gamore'nin  üzerine

kükürt  ve  zift  yağdırarak  bu  utanmaz  insanlığa

yeni  bir  ibret  dersi  vermesi  için  Tanrı'ya  dua

ederler.

Nihayet  üçüncü  kısma  dahil  olanlar,  bu

salgının bir gün sebep olacağı sonuçlan pek açık

olarak  görürler.  Fakat  omuzlarını  silkerler.

Tehlikeye  karşı  koyamayacaklarım  sanırlar.

Öyle  ki,  olayları  kendi  haline  bırakmak  fikrine

inanırlar.

İşin  doğrusu  aranırsa,  bütün  bunlar  rahat  ve

basittirler. Fakat şu unutulmamalıdır ki, millet bu

kadar  rahat  gidişin  kurbanı  olacaktır.  Başka




milletlerde  de  bunun  böyle  olduğu  şeklindeki

bahane,  pek  tabiidir  ki  bizim  çöküşümüzde

hiçbir şeyi değiştirmez. Nedense başkalarının da

aynı  kötülük  içinde  olduklarını  bilmek,  birçok

kişide  kendi  acılarını  hafifletmeye  yetmektedir.

Fakat o zaman da, hangi kuvvetin kendiliğinden

ilk  ve  yalnız  olarak  bu  salgına  karşı  geleceğim

ve  hangi  milletlerin  bu  yüzden  yok  olup

gideceklerini bilme meselesi ortaya çıkar. Bu da

ırkın  değeri  hakkında  bir  ölçüdür.  Felakete

göğüs  geremeyen  ırk  ölecek,  yerini  daha

kusursuz  veya  daha  sağlam  ve  karşı  koymaya

daha kabiliyetli ırklara bırakacaktır. Bu konu her

şeyden  önce  gençlikle  ilgilidir,  babaların

günahları  onuncu  nesle  kadar  gençlerden

intikam alır. Bu gerçek, kan ve ırk aleyhinde bir

suikasttan ibarettir.

Kan ve ırk aleyhindeki günah, dünyamızın ilk

işlenen  günahıdır  ve  bu  günaha  kendini  terk

etmiş bir insanlığın sonunu gösteren bir işarettir,

işte  bu  konuda  savaştan  önceki  Almanya'nın

durumu  pek  esef  verici  oldu.  Bu  frengi

hastalığının

büyük


şehirlere

yayılmasını

önleyecek ne gibi tedbir alındı? Salgını önlemek



ve  aşk  hayatımızın  bu  "mammonisation"  unun

üstesinden  gelmek  için  ne  yapıldı?  Halkın

frengiye

yakalanmaması

için

yapılan


çalışmalardan ne sonuç alındı? Olması muhtemel

şeyler, bir bir sayılırsa, bu soruların cevapları da

kendiliğinden verilmiş olur.

Önce  bu  işi  hafife  almamak  gerekir.  Birçok

nesillerin  saadet  ve  felaketlerinin  bu  konuda

alınacak  tedbirlere  bağlı  olduğunu  anlamak

şarttır.  Bu  konunun  milletimizin  geleceği  ile

yakından  ilgili  olduğu  bilinmelidir,  îşte  böyle

düşünülürse,  radikal  tedbirler  almak VC  radikal

müdahalelerde  bulunmak  zorunluluğu  doğardı.

Her  şeyden  önce  milletin  bütün  fertlerinin

dikkatleri,  mücadelenin  önemi  ile  beraber

korkunç  tehlikenin  üzerine  çevrilmeliydi.  Hiç

şüphe  yok  ki,  gerçekten  kesin  ve  tahammül

edilmesi  pek  zor  olan  mecburiyetlere  herkes

uyduktan  sonra,  alınacak  tedbirlere,  gerçek  bir

kurtuluş  hassası  vermek  mümkün  olur.  Fakat

bunun  için  konuyu  kuvvetli  ve  «çık  bir  şekilde

ortaya  koymak  ve  buraya  çevrilecek  dikkatleri

dağıtacak  olan  günlük  konuları  bir  yana  itmek

gerekir.

Dışardan

bakıldığında

sağlanması




imkansız  gibi  görünen  tedbirleri  ve  en  çetin

görevleri yerine getirmek lazımdır. Halkın bütün

dikkati  aynı  konulun  üstünde  toplanmalı  ve

sanki  ölüm  kalım  meselesi  gibi  görünen  bu

davanın  çözümlenmesi  gereği  herkese  kabul

ettirilmelidir.  Ancak  böyle  hareket  edilirse  bir

millet  kendi  arzusu  ile  büyük  zorluklara

katlanmaya kabiliyetli hale getirilebilir.

Bu

prensip


yüksek

gayelere

ulaşmak

durumunda  bulunan  kimseler  için  de  geçerlidir.

Böyle  bir  durumda  olan  bir  kimse  de  göreve

ancak  büyük  parçalar  halinde  girişmelidir.  Bu

kimse  bütün  çabasını  [•'  görevinin  belirli  bir

bölümü  üzerinde  teksif  etmelidir.  Bu  durum,

görev  layıkıyla  yapılıp  bitirilene  kadar  devam

etmeli  ve  sonra  gayenin  diğer  parçalarına

geçirilmelidir.  Eğer  dava  adamı  yürüyeceği  ve

fethedeceği

yolu

böyle


birbirinden

ayrı


bölümlere  parçalamazsa  ve  bu  bölümlerin  her

birini  büyük  bir  başarı  ile  çözümlemek  için,

bütün

kuvvetini



bir

noktaya


toplamak

metodundan  ayrılırsa,  günün  birinde  muhakkak

yolunu  kaybedecektir.  Hedefe  doğru  tırmanmak

için  pek  büyük  enerjilerin  devamlı  olarak  sarf




edilmesi  gerektir  ve  hiç  şüphe  olmasın  ki  bu  tip

çalışma  bir  sanattır.  Hedefe  giden  yolun

zorluklarını

adım


adım

aşmak


ve

hiç


düşünmeden bu zorlukların üzerlerine saldırmak

için  faaliyet  gösterilmesi  gerekir.  Komuta

mevkiinde  bulunan  kimse,  halka,  ulaşılacak  ve

fethedilecek  olan  ana  hedefin  bir  bölümünü  tek

hedef  diye  tanıtmaya,  insanlara  dikkatlerini

vermeye layık biricik gaye olarak göstermeye ve

bu  nokta  ele  geçiri  lir  geçirilmez  diğer  bölümler

üzerinde  de  başarının  doğacağını  anlatmaya

muvaffak  olmalıdır,  işte  insanın  hayat  ve

mesleğinin  bu  kadar  zor  bir  parçasına  hücuma

geçmesi için gerekli ilk şart budur Yoksa halkın

büyük  bir  kısmı  çok  çabuk  yorulur,  görevinden

şüpheye  düşer  ve  bütün  bunları  hiçbir  zaman

görüş  sahası  içine  alamaz.  Bunlar  hedefi  bir

dereceye  kadar  gözlerinde  saklayabilirler.  Fakat

gözlerinin önündeki yola ancak küçük parçalarla

bakabilirler-Tıpkı  yolculuklarının  son  noktasını

bilen,  fakat  bitip  tükenmez  yolun  üstesinden

daha  iyi  gelebilmek  için  onu  parçalara  ayırıp

azimli  adımlarla  seyahatinin  beklenen  hedefim

kendisi  görüyormuşçasına  yol  alan  yolcuların



durumları  gibi...  Açıkça  söyleyelim  ki,  bu

kimseler  ancak  bu  şart  altında  niyetlerinden

vazgeçmeden yol alabilirler.

İşte


bu

şekilde,

bütün

propaganda



vasıtalarının  iştirakiyle,  frengiye  karşı  mücadele

konusu  milletin  görevi  gibi  gösterilebilirdi.  Bu

maksat için imkan dahilinde olan bütün çarelere

başvurarak,  frenginin,  felaketlerin  en  korkuncu

olduğunu  herkesin  kafasına  sokmak  gerekirdi.

Bu faaliyete, bütün bir milletin geleceğinin veya

yok

olup


bitmesinin,

bu


konunun

çözümlenmesine

bağlı

olduğu


kanaati

uyandırılana  kadar  devam  etmek  gerekirdi.

Ancak, uzun bir hazırlıktan ve gerekirse yıllarca

çalıştıktan sonra, bütün bir milletin dikkati ve bu

dikkatle  beraber  azim  ve  bilinci  yeter  derecede

uyandıra-bilinirdi.  İşte  bundan  sonra  da  büyük

feragatler

isteyen


gayet

ağır


tedbirlere

başvurmak  mümkün  olurdu.  Bunlar  yapılırken

halk  topluluklarının  iyi  niyetlerinin  birdenbire

yok


olması

veya


tedbirlerin

gereğinin

anlatılmaması gibi bir durumla karşılaşılmazdı.

Hakikaten  bu  korkunç  salgının  üstesinden

gelebilmek  için  görülmemiş  ve  işitilmemiş



derecede  fedakarlıklara,  çok  büyük  çalışmalara

katlanmak  gereklidir.  Frengiye  karşı  mücadele,

fuhşa,  batıl  fikir  ve  inanışlara,  eski  adetlere,

salgının  ortaya  çıktığı zamana  kadar  makbul

sayılan  nazariyelere  ve  bu  facianın  önemini

kabul etmekle beraber bazı çevrelerin gösterdiği

soğukluğa  karşı  savaşmayı  gerektirmektedir.

Bunları  ister  hukuki,  ister  ahlaki  bir  temele

dayanarak  yıkmak  için  birinci  şart,  gelecek

nesillere  genç  yaşlarda  evlenme  imkanlarını

sağlamaktır.

Fuhuş  insanlığa  karşı  bir  tahriktir.  Fuhşu,

ahlak  konferansları  ve  hukuki  bir  iyi  niyet

gösterme  ile  önlemeye  imkan  yoktur.  Fuhşun

önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması daha

önce  bazı  şartların  ortadan  yok  edilmesi  ve  bazı

yeni  şartların  da  yaratılması  ile  mümkündür.  Bu

şartların  ilki,  insan  tabiatının  ve  özellikle  her

erkeğin  ihtiyacına  tekabül  eden  bir  erken

evlenme  imkanının  sağlanmasıdır.  Bu  konuda

kadın ancak basit bir rol oynar.

İnsanların  ne  kadar  saçma  konuştuklarının  ve

içlerinden  ne  kadarının  akılsız  olduklarının  en

güzel  örneği,  sosyeteye  mensup  annelerin,




kızları için "görüp geçirmiş" bir damat bulunursa

çok  memnun  olacaklarına  dair  söyledikleri

sözlerdir.  Bu  tip  görmüş  geçirmiş  erkekler  ise

nadir değildir, işte böylesine bir damatla yapılan

izdivaçtan  meydana  gelen  çocuk  da,  bu  akla  ve

bu düşünceye uygun bir yaratık olacaktır.

Ayrıca  zürriyette  bir  tahdit  meydana  geldiği

ve  tabiat  tarafından  her  çeşit  seçme  hareketine

engel  olunduğu  düşünülecek  olursa,  böyle  bir

teşkilatın  niçin  devam  ettiğini  ve  hangi  gayeye

yardımcı olduğunu bilmek bir mesele olup çıkar.

Bu  da  bizzat  fuhuş  değil  midir?  Gelecek  nesiler

bu konuda artık rollerini yapmıyorlar mı? Yoksa

böylesine  canice  ve  düşüncesizce  en  son  tabii

hakkı  ve  en  son  tabii  görevi  ihlal  ettiğimizden

dolayı,  çocuklarımızdan  ve  torunlarımızdan

bizim  omuzlarımıza  ne  kadar  lanet  yükleneceği

idrak  edilmiyor  mu?  işte  medeniyet  kuran  ırklar

böyle çökerler ve yavaş yavaş ortadan silinirler.

Gerçekte  izdivaç  bile  bir  gaye  olarak

düşünülemez. Evlenme insanları daha büyük bir

gayeye,  ırkın  çoğalması  ve  bekasını  hedef  alan

bir  gayeye  götürmelidir.  Evlenmenin  yegane

manası ve görevi budur.




Bu böyle bilindikten ve kabul edildikten sonra

erken  evlenmenin  uygun  olup  olmayacağı,

görevini

yerine


getirmesi

ile


değerlen-

dirilebilinir.  Erken  izdivaç  genç  aileye  kusursuz

ve  sağlam  bir  zürriyet  yetiştirmesine  imkan

temin


eden

kuvveti


vermesi

bakımından

uygundur.  Şurası  vardır  ki,  erken  evlenme,

önceden


sosyal

tedbirler

alınmadan

yapılmamalıdır. Tedbir alınmazsa erken evlenme

akla dahi getirilmemelidir.

İşte  bu  küçük  dava,  sosyal  yönden  birtakım

kesin

tedbirlere



başvurulmadıkça

çözümlenemez.  Sosyal  olduğu  söylenen  Alman

Cumhuriyeti  mesken  konusunu  halletmekte  acz

gösterir  ve  sadece  bu  yüzden  evlenmeleri  tahdit

ederse,  fuhşu  teşvik  ettiği  açıkça  görülerek  bu

davaların  önemi  anlaşılır. Ailelerin  beslenmeleri

sorunla rina gerektiğinden az önem verilmesi ve

ücretlerin dağıtılış şekli, çoğu zaman evlenmeye

engel teşkil eden bir husustur.

Fuhuşla  mücadele  edebilmek  için  evlenmenin

küçük  bir  yaşta  imkan  dahiline  sokulması

gerekir.  Bu  da  ancak  sosyal  şartlarda  önemli

değişiklikler sayesinde olabilir. Ayrıca, terbiyede



tahsil  ile  fiziki  gelişim  arasında  bir  uzlaşma

sağlanmalıdır.  Bugün  lise  denilen  şey,  eski

modeline  meydan  okuma  müessesidir.  Bizim

öğretimimizde  sağlam  bir  fikrin,  ancak  uzun

zaman  dayanıklı  bir  vücutta  kalabileceği

tamamen  unutulmuştur.  Bazı  istisnalar  dikkate

alınmazsa,

bu


düsturun

doğruluğu

halk

topluluklarına bakıldığı zaman anlaşılır.



Gün  oldu  ki  savaştan  önceki  Almanya'da  bu

gerçeğe  hiç  önem  verilmedi.  Bütün  günahları

buna  yüklemekle  yetiniyorlardı.  Zihinleri  tek

yönlü  olarak  aydınlatmakla  milletin  bütünlüğü

garanti  altına  alınmış  sanılıyordu.  Bu  hatanın

cezası,  tahmin  edildiğinden  çok  önce  çekildi.

Komünizmin  faaliyet  sahası  olarak,  açlıktan

veya uzun süre az gıda almaktan dolayı çökmüş

bir  halk  topluluğunu  seçmesi  bir  tesadüf

değildir.  Bu  komünizm  için  elverişli  olan

çevreler  Almanya'nın  merkezinde,  Saksonya'da

ve  Ruhr  Havzası'ndaydı.  Bütün  bu  yerlerde

Yahudilerin  yaydığı  bu  hastalığa  karşı,  akıl

denilen  şeyin  hemen  hiçbir  ciddi  mukavemetine

rastlanmıyordu.  Bunun  da  tek  sebebi,  zekanın

tamamen  maddi  olarak  fesada  ve  ahlaksızlığa




uğramış  olmasıydı.  Bu  durum  da  sıkıntı  ve

güçlüklerden ziyade, öğretim sistemimizden ileri

geliyordu.  Düşünce  gücü  yerine,  yumruğun

kesin  sonucu  tayin  ettiği  bir  sırada,  fikri  terbiye

ve  gelişmenin  yok  edilmesi,  yüksek  sınıf

mensuplarımızı

hakim

olma


ve

gelişme


yeteneklerinden  yoksun  bıraktı.  Esasen  şahsi

korkaklığın  ilk  sebebi  çok  zaman,  vücuttaki

eksikliklerden ileri gelir.

Sırf


fikri

bir


eğitimin

ifrat


dereceye

vardırılması  ve  fiziki  terbiyenin  terk  edilmesi,

genç  çocuklarda,  cinsi  tezahürlerin  doğmasına

ve  tahrikine  sebep  olur.  Spor  ve  beden

terbiyesinin  çelik  gibi  sertleştirdiği  genç,  evden

dışan  çıkmayan,  devamlı  şekilde  fikri  gıdalarla

aşırı  derecede  beslenen  gence  kıyasla,  şehvani

ihtiyaçları çok daha az duyar. Akla uygun gelen

terbiye  şekli,  şu  hususu  dikkate  almalıdır.

Sağlam  bir  gencin  kadından  bekleyeceği

memnuniyet,  ahlakı  bozuk  zayıf  bir  adamın

kadından  bekleyeceği  memnuniyetten  başka

türlü  olacaktır.  Bütün  terbiye  gencin,  serbest

zamanlarında  bedenini  faydalı  bir  şekilde

takviye  ve  geliştirmek  olmalıdır.  Gençlerin,



haylazlık  etmeğe,  sokak  ve  sinemaları  kendi  öz

varlıkları ile doldurmaya hakları yoktur. Çalışma

süresi  bittikten  sonra  Vücudu  kuvvetlendirmek

gerekir.  Vücut,  hayatın  günün  birinde  onu

yumuşamış  olarak  bulmaması  için  çelik  gibi

sertleşmelidir.  Gençliği  terbiye  edenlerin  en

kutsal  görevleri,  bu  çelik  vücutlu  gençleri

gelecek  için  hazırlamak  ve  onları  sevk  ve  idare

etmekten  ibarettir.  Öğretim  görevlilerinin  işi

sadece akıl ve hikmet telkin edip, ilim öğretmek

değildir.  "Kendi  vücudu  ile  meşgul  olmak

herkesin  şahsına  ait  bir  iştir."  fikri  zihinlerden

sökülüp  atılmalıdır.  Hiç  kimse  zürriyetinin  ve

bunun  neticesi  olarak  milletinin  zararına  günah

işlemek hürriyetine sahip değildir.

Beden  terbiyesi  ile  beraber,  ruhun  ve

maneviyatın  zehirlenmesine  karşı  da  mücadele

edilmelidir. Bizim dış hayatımızın tamamı ; sanki

bir kış bahçesinde geçer. Burada cinsi tezahürler

ve  tahrikler  filizlenir.  Sinema  ve  tiyatrolarımıza

bir  göz  atalım.  Buralarda  özellikle  gençliğin

ihtiyaç  duyduğu  gıdalara  asla  tesadüf  edilmez.

Bu  inkarı  imkansız  bir  gerçektir.  Sinema

binalarının vitrinlerinde, ilan duvarlarında en adi




vasıtalara  başvurarak,  halkın  dikkati  çekilmek

istenir.  Bu  şehvet  dolu  hava,  gençlerin

üzerlerinde  birtakım  tahriklere  sebep  olur.

Halbuki  gençlerin  içinde  bulundukları  devre

böyle  şeylerle  karşılaşmamaları  gereken  bir

devredir.  Bugünkü  öğretim  sisteminin  ise

gençliğe  pek  az  memnuniyet  verici  faydaları

olmaktadır.  Vaktinden  evvel  olgun  duruma

gelen

gençler,



vaktinden

evvel


yaşlanmaktadırlar.

Mahkemelerden

kulaklarımıza  birtakım  olaylar  aksediyor.  On

dört  ve  on  beş  yaşlarındaki  çocuklarımızın

manevi  hayatları  hakkında  korkunç  ve  kötü

manzaralarla  karşılaşıyoruz.  Daha  o  yaşta

frenginin  kurbanı  olunursa,  buna  kim  hayret

eder? Vücutları zayıf, düşünme güçleri çürümüş

birçok  gencin,  büyük  şehirlerin  fahişeleri

tarafından  izdivaç  sırrına  erdirilmiş  olduklarını

görmek,  bir  sefalet  değil  de  nedir?  Hayır  hayır!

Fuhşu kaldırmak isteyen, önce fuhşa sebep olan

ahlaki bozuklukları bertaraf etmelidir.

Büyük  şehirlerdeki  medeniyetin  ahlaki  vebası

olan  pislik  yuvaları,  hiçbir  şey  gözetmeden  ve

çıkarılması  muhtemel  feryatlara  kapılmadan




kaldırılmalıdır.  Gençlik  bugün  içine  battığı

bataklıktan  çekip  çıkarılmazsa  orada  boğulup

yok olacaktır. Bu durumu görmek istemeyen bir

kimse, hiç şüphe yok ki, gelecek nesillere istinat

ettirilen  atimizin  yavaş  yavaş  fuhşa  gark

olmasındaki  suça  iştirak  et  mis  demektir.  Bu

temizleme  hareketi  medeniyetimizin  hemen  her

alanına  yayılmahdır.  Tiyatro,  sinema,  edebiyat,

güzel  sanatların  diğer  kolları,  basın,  duvar

ilanları, sergiler medeniyetin ve devletin prensibi

olan ahlaki bir fikrin hizmetine verilmelidir.

Dış  dünyamız,  modern  egzotizmin  boğucu

kokusundan

ve


her

türlü


sofuca

ve

ikiyüzlülükten kurtarılmalıdır. Bütün bu hususlar



hakkında

gaye


ve

takip


edilecek

yol,


milletimizin  fizik  ve  ahlaki  sıhhatini  korumak

olmalıdır.  Ferdi  hürriyete  tanınan  hak,  ırkı

kurtarmak görevi karşısında ikinci planda kalır.

İşte ancak bu tedbirler alındıktan sonra, bizzat

salgın hastalıkla mücadele, biraz başarı ümidi ile

idare  edilebilir.  Fakat  burada  da  yarım  tedbirler

bir  işe  yaramaz.  En  ağır  ve  en  kesin  tedbirlere

başvurulmalıdır,  iyi  olma  ümidini  kaybetmiş

hastalara,  henüz  sağlam  bulunan  hemcinslerine



hastalık  bulaştırabilme  imkanını  vermek  büyük

hata  olur.  Bu  şekil  hareket,  bir  şahsa  fenalık

etmemek için yüz kişinin ölmesine göz yummak

cinsinden bir davranıştır. Frengililer için, frengili

çocuk  yetiştirmek  imkanını  vermemek,  akla

uygun  en  doğru  işi  yapmak  demektir.  Bu

hareket  bir  esasa  göre  ve  gereği  gibi  yapıldığı

takdirde,  insanlığa  karşı  en  yüce  hislerle  hizmet

edilmiş  olur.  Böylesine  bir  hareket  milyonlarca

bedbahtı  acılardan  korur  ve  bizi  yavaş  yavaş

şifaya  kavuşturur.  Bu  yolda  yürüme  kararı,

bütün  zührevi  hastalıkların  ağır  ağır  yayılışına

bir set olacaktır. Çünkü gerekirse, şifa bulmaları

imkansız  hastaların  tecridine  karar  verilecektir.

Frengi  felaketine  uğramış  bir  kimse  için  bu

barbar  bir  tedbirdir.  Fakat  bu  tedbir  sayesinde

günümüzdeki  ve  gelecekteki  nesiller  kurtarılmış

olacaktır. Bir asrın geçici acıları, gelecek asırları

felaketlerden kurtarabilir ve kurtarmalıdır.

Frengi  ve  onun  vasıtası  olan  fuhşa  karşı

mücadele  insanlığın  en  büyük  görevlerinden

biridir.  Çünkü  burada  tek  ve  dar  çevreli  bir

meselenin halli değil, birbirini takip eden olaylar

dolayısıyla  o  salgın  hastalığı  meydana  getiren




bütün  bir  fenalıklar  serisinin  yok  edilmesi  söz

konusudur. Vücudun bu yarası, sosyal, ahlak ve

ırki  içgüdülerin  doğurduğu  bir  hastalığın

sonucudur.  Eğer  bu  mücadele  tembellik,

sünepelik

veya


korkaklık

yüzünden


yapılmayacak  olursa  beş  yüz  yıl  sonunda

milletlerin  ne  hale  gireceklerini  şimdiden  hayal

etmek  mümkündür.  Tabiatın  yaratıcısı  ile  alaya

kalkışmadan  hiçbir  fert  için  Tanrı'nın  hayali

olduğu  söylenemeyecektir.  Eski  Almanya  bu

salgına karşı acaba ne şekilde karşı koymuş-IU?

Yapıları

bütün


sakin


bir

kafa


ile

incelendiğinde,  insanı  şaşırtan  >bir  cevap  alınır.

Gerçi  hükümet  çevrelerinde  bu  hastalığın

korkunç


tahribatı

ve


bunların

sonuçları

ölçülmese bile, kabul edilmişti. Fakat bu salgına

karşı  mücadelede  tamamen  aciz  kalınıyordu.

Derin

tedbirlerden



çok,

basit


mücadele

usullerine  başvuruluyordu.  Orada  burada  frengi

hakkında  kesin  veya  nazari  bazı  fikirler

söyleniyor,  fakat  hastalığa  sebep  olan  şeylerin

devamına

fırsat


veriliyordu.

Fler


fahişe

muayeneden

geçiriliyordu.

Bu


muayene

mümkün  olduğu  kadar  ciddi  tutuluyordu.




Hastalık görülürse, fahişe hastaneye yatırıyordu.

Fakat  yüzeysel  bir  tedaviden  sonra,  hasta  tam

şifa  bulmadan  taburcu  ediliyordu.  Böylece

fahişe insanlığın sağlam kalan kısmının

üzerine yollanıyordu.

Bir  koruma  ekibi  kurulmuştu.  Bu  durumda,

tamamen  iyileşmemiş  bir  kimsenin  her  türlü

cinsi münasebetten kaçınması gerekiyordu. Aksı

halde cezaya çarptırılırdı. Gerçekten bu tedbir iyi

idi. Fakat uygulamada hemen hemen olumlu bir

sonuç vermedi.

Eğer  bu  felakete  uğramış  olan  bir  kadın  ise,

çok  defa  kötü  birtakım  şartlar  altında  kendi

sağlığını  çalan  erkeğin  aleyhinde  şahitlik

yapmak

üzere


mahkemeye

gitmekten

kaçınıyordu. Esasen bunun kadına bir faydası da

yoktu.  Hatta  aksine  bu  işten  zarar  görecek  olan

kadındı.

Çünkü


çevresinde

dostluğunu

kaybedecek  ve  kötü  bakışlara  hedef  olacaktır.

Hem  de  aynı  akıbete  uğramış  bir  erkekten  daha

çok  kötülenecektir.  Bir  de  frengiyi  yayan  bizzat

koca  ise,  o  zaman  iş  daha  da  karışacaktır.  Bu

durumda  zavallı  kadının  kocasını  şikayet  etmesi

gerekir mi? Eğer şikayet etmezse ne yapmalı?




Erkeğe  gelince  o  bu  salgına  maalesef

kendiliğinden  uğramıştır.  Genellikle  bu  bela

fazla  içki  içtikten  sonra  başına  gelmiştir.  Ele

geçirdiği  kadının  durumu  hakkında  bir  hüküm

veremeyecek

kadar


sarhoştur.

Hastalıklı

fahişeler  bunu  gayet  iyi  bilirler.  Bundan  dolayı

sarhoş  erkekleri  avlarlar.  Neticede  gafil  erkek

frengiye

yakalandıktan

sonra

ne


kadar

düşünürse düşünsün artık o kadını hatırlayamaz.

Hele  iki  büyük  şehir  olan  Berlin  ve  Münih  ile

diğer  kalabalık  yerlerde  buna  şaşılmaması

gerekir.  Hem  de  erkeklerin  çoğu  bu  büyük

şehirlere civar illerden gelen kimselerdir. Büyük

şehirlerin

çekicilikleri

karşısında

tamamen


tecrübesizdirler.  Ayrıca  hasta  olup  olmadığını

kim  bilebilir?  Birçok  kereler  iyi  olduğu  sanılan

bir  erkekte  hastalık  nüksediyor  ve  büyük

felaketler  hazırlıyor  da  insanın  kendi  si  hiçbir

şeyden şüphelenmiyor.

îşte  bu  salgına  karşı  alınan  kanuni  tedbirlerin

uygulamadaki  sonucu  hemen  hemen  bir  hiçten

ibaret kalıyordu. Fahişelerin de muayene usulleri

aynı  başarısız  sonucu  veriyordu.  Hatta  şifa

bulma  ihtimali  bile  şüpheli  idi.  Gerçek  durum




şöyle idi: Frengi bütün tedbirlere rağmen gittikçe

daha  büyük  bir  hızla  yayılıyordu,  işte  bu  sonuç

bu  usullerin  ne  kadar  tesirsiz  olduğunu  açıkça

ortaya


koymaktadır.

Çünkü


tedbir

diye


yapılanların  çoğu  yetersiz  veya  gülünç  şeylerdi.

Halkın  ahlaki  fuhşuna  karşı  hiç  mücadele

edilmiyordu. Bütün bunları önemsiz bir şey gibi

saymaya  eğilimi  olan  bir  kimse,  bu  felaketin

yayılışına  dair  istatistiklerin  ortaya  koydukları

gerçekleri  iyi  niyetle  incelesin  ve  son  yüzyıl

içindeki  artışı  mukayese  etsin  ve  bu  gelişme

karşısında  biraz  aklını  kullansın,  eğer  başından

ayaklarına kadar nahoş ve soğuk bir ürpermenin

dolaştığını  hissetmezse,  o  bir  eşeğin  zekasına

sahip demektir.

Eski  Almanya'da  bu  kadar  kokmuş  bir  olay

karşısında  ne  kadar  zayıf  ve  yetersiz  tedbirler

alınmış olması da milletin bozulmasına bir işaret

olarak  kabul  edilebilir.  Her  şeyin  mücadeleden

ibaret  olduğu  bu  dünyada,  mükafat  bizim  kendi

samimiyetimizden  ibaret  olan  bir  mücadelede

eğer  kuvvet  bulunmazsa,  yaşama  hakkımızı  da

kaybetmişiz  demektir.  Çünkü  dünya,  tamamen

kesin  hal  çareleri  uygulayan  kuvvetlilerin




malıdır, yarım tedbir alanların değildir.

Eski


imparatorluğun

en


açık

bozulma


olaylarından  biri  de  kültür  seviyesinin  ağır  ağır

düşüşüydü.

Kültür

derken,


bugün

için


medeniyet  kelimesi  ile  ifade  edilen  şeyden

bahsetmiyorum.

Daha on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bizim

sanatımıza  o  güne  kadar  henüz  meçhul  ve

yabancı  olarak  kabul  edilemeyecek  bir  unsur

girmeye başlamıştı. Hiç şüphe yok ki, daha eski

devirlerde  birçok  zevk  hataları  işlenmişti,  fakat

bu  gibi  durumlarda  daha  çok  bir  sanatkarın

çıkması  olaylarına  tesadüf  ediliyordu.  Daha

sonra gelen nesil bu sanatkarların eserlerinde bir

dereceye  kadar  tarihi  değer  bulabilmişti.  Çünkü

bu  hal,  hiçbir  sanat  vasfı  olmayan  ve  tamamen

düşünce  gücünün  noksanlığı  derecesine  varan

bir  fikri  düşüşten  ileri  gelen  bir  değişmenin

ürünü  değildi.  Kültür  seviyesinin  düşüşünün

görünümleri, daha sonraları siyasi çöküşün göze

çarpması  ile  ortaya  çıktı.  Gerçekte  komünizm;

komünistliğin  ı  tek  canlı  kültür  şeklidir  ve  onun

fikir sahasındaki biricik görünü-

I  müdür.  j.  Bu  teşhisi  garip  bulanlar,  yalnızca




komünistleştirilmek saadeti-

j ne erişmiş devletlerin sınıfını incelesinler. Bu

incelemeyi  yapanlar,  .  devletçe  resmen  tanınan

ve  kabul  edilen  sanat  olarak  delillerin  ve

sembolistlerin  garabetleri  ile  karşılaşacaklar,

hayret  ve  dehşet  içinde  kalacaklardır.  Onları

kübizm  ve  dadaizm  mefhumları  altında  on

dokuzuncu  asrın  sonlarında  tanıdık.  Bavyera'da

Sovyet Cumhuriyeti'nin kısa devri zamanında bu

olay  ortaya  çıkmıştı.  Daha  o  sıralar  -;  da,  bütün

resmi

duvar


ilanlarının,

gazetelerdeki

reklamların sadece siyasi bozulmanın damgasını

değil  de  kültür  yönünden  çöküşün  işaretlerini

taşıdıkları  teşhis  edilebilirdi.  1911  yılından  bu

yana  lütüristlerin*  ve  kübistlerin*  *  saçma

sözlerinde  kendilerini  göstermeye  başlayan

şekilde  bir  kültür  yıkılışı  altmış  yıl  önce  olsa,

vahametini

gözlemlediğimiz

siyasi

çöküşe


kıyasla daha zor tahmin olunabilirdi.

Altmış  yıl  önce  dadaist  adı  verilen  bir  sergi

imkansızdı  ve  bunu  açmaya  kalkan  akıl

hastanesine  kapatılırdı.  Bu  salgın  hastalık  hayat

yüzü  göremezdi.  Çünkü  kamuoyu  bunu  kabul

etmezdi.  Devlet  müdahale  etmezlik  yapamazdı.




Keza bir milletin fikri çılgınlığın içine atılmasına

engel  olmak  bir  hükümet  işi  idi.  Böyle  bir

gelişmenin günün birinde son bulması gerekirdi.

Çünkü  böyle  bir  sanat  şekli  gerçekten  genel

düşünüşü kapsadığı gün, insanlık için sonucu en

ağır  olan  alt  üst  olmalardan  biri  meydana

gelecekti. İnsan beyninin tersine doğru gelişmesi

bu  şekilde  başlamış  olacaktı,  îşte  bunun  ne

şekilde  biteceği  düşünülünce  insan  ister  istemez

titriyor.

Son  yirmi  yıl  içinde  kültürümüzün  gelişmesi

incelenecek olunursa, gerici hareketlere ne kadar

dalmış  olduğumuz  dehşetle  görülür  ve  her

tarafta  kültürümüzü  er  geç  öldürecek  birtakım

hastalıklı  urlar  yetiştiren  tohumlara  rastlarız.

Burada  da  yavaşça  seyreden  bozulma  halindeki

bir  dünyanın  çökme  olaylarını  ayırt  edebiliriz.

Bu  hastalığı  yenemeyecek  olan  milletlerin  vay

haline!

Bu  hastalıklı  olaylar  Almanya'da  hemen

hemen her alanda görülebilirdi. Artık her şey en

son noktayı da aşmış, uçuruma doğru

*  Fütürist:  1910  yılında  italya'da  ortaya  çıkan

ve  geçmiş,  şimdiki  ve  gelecek  zamanların




duyumlarını bir arada göstermeyi amaç edinen.

**  Kübizm:  1910-1930  arasında  eserler

vermiş  olan  sanat  okulu.  Eşyayı  geometrik

biçimde göstermeyi amaç edinen.

süratle  gidiyor  gibiydi.  Tiyatronun  seviyesi

gitgide daha da düşü yordu. Eğer saray tiyatrosu

sanatın

fahişeleşmesi

aleyhinde

hareke


ı

etmeseydi, kültür etkeni olan tiyatro sanatı kesin

bir  biçimde  orta  dan  kalkacaktı.  Birkaç  istisna

hariç,  diğer  sahne  oyunları  o  halde  idiler  ki,

bunlara  gitmekten  kaçınmak,  millet  için  çok  iyi

bir


hareket

olurdu.


Gençleri

o

sanat



merkezlerinin(!)

çoğuna


göndermemek,

bünyedeki  bozulmanın  en  esef  verici  işaretiydi.



Bir

müzenin


kapısına

asılması

gereken

"gençlerin  girmeleri  yasaktır"  ilanı  hiç  sıkılıp

utanılmadan  bu  sanat  merkezlerinin  kapılarına

konuyordu. Her şeyden önce gençliğin eğitimine

yardımcı  olmaları  için  faaliyet  göstermeleri  ve

yaşlı kimselerin eğlencelerine hizmet etmemeleri

gereken

bu


yerlerde,

bu


tedbirlere

başvurulmasının  garabetini  bir  kere  düşününüz.

Eski devrin dram yazarları bu tedbirler hakkında

ne  derlerdi?  Kim  bilir  Sebiller  nasıl  galeyanla,




Goethe  nasıl  bir  hiddetle  başını  çevirirdi?  Fakat

yeni  Alman  şiiri  karşısında  Schiller,  Goethe  ve

Shakespeare  nedir  ki?  Eski,  köhne  ve  modası

geçmiş  bir  devrin,  birer  olayları!  işte  bu  devrin

göze çarpan ve en belirli vasfı budur. Bu devirde

sadece


pis

şeyler


meydana

getirilmekle

kalınmamış,  ayrıca  geçmişin  büyüklükleri  de

lanetlenmiştir.  Bu  gibi  olaylar  her  an  göze

çarpmaktadır. Bir devrin ve adamların eserleri ne

kadar


basit

ve


sefilane

ise,


geçmişteki

büyüklüğün  ve  şerefin  işaretleri  de  o  kadar

nefretle  karşılanır.  Bu  çeşit  devletlerde  tercih

edilen şey, her türlü mukayese imkanını ortadan

kaldırmak  ve  kendi  adi  malını  menfaat  olarak

yalancılıkla  sunmak  için  insanlığın  geçmişteki

hatıralarını  silmekten  ibarettir.  Bundan  dolayı

her  yeni  kuruluş  ne  kadar  adi  ve  esef  verici  ise,

geçmiş devirlerin son kalıntılarını yok etmek için

o kadar çaba gösterir. Halbuki insanlığın gerçek

ve  büyük  bir  yenileşmesi,  eski  nesillerin  en

güzel  eserlerine  kendini  vermekle  ve  hatta

onların

değerlerini

daha

çok


göstermeye

çalışmakla  olur.  Geçmiş  devrin  karşısında

solgun  bir  duruma  düşmekten  korkmaz  ve



insanlığın  kültür  hazinesine  öylesine  katılır  ki,

çok  zaman  eski  eserlerin  hatırasını  devam

ettirerek

onlara


layık

oldukları

saygıyı

göstermek  için  bizzat  çaba  sarf  eder.  Böylece

yeni sanat eserlerine de devrin tam bir anlayışını

sağlamak imkanı elde edilir.

Dünyada kendi kendine değerli bir şey ortaya

koyamayan  ve  bu  çabayı  göstermeyen  bir

kimse,  gerçek  sanat  eserlerinin  hepsine  kın

besler  ve  özellikle  onları  inkar  eder,  hatta  tahrip

etmekten  büyük  haz  duyar.  Bu  sadece  genel

kültür  alanındaki  yeni  hareketlerde  değil,  aynı

zamanda  siyasi  olaylarda  da  böyledir.  Bir

devrim  hareketi  gerçekte  ne  kadar  az  bir  değer

taşırsa,  o  devrim  hareketi  eski  şekillere  o  kadar

çok  kin  besler.  Burada  da  kendi  eserini  takdire

layık  gibi  gösterme  isteği,  geçmişin  iyi  ve

gerçekten  yüksek  değerde  günümüze  intikal

ettirdiği  herhangi  bir  şeyine  karşı  körü  körüne

bir kine sebep olabilir. Mesela büyük Frederic'in

tarihi  hatırası  yok  edilemedikçe  Frederic  Ebert

ancak  ilerisi  için  konan  bir  kayıt  altında

hayranlık  doğurabilir.  Şans  Souci  kahramanı

eski


Bremen

Semercisi

ile

kıyasta;



ay


karşısındaki  güneş  gibi  yer  alır.  Ancak  güneş

battıktan  sonra,  ay  görülebilmektedir,  işte  yeni

ayların,  yıldızlara  karşı  besledikleri  kinin  sebebi

buradadır.

Kader  bir  süre  için  iktidarı  herhangi  bir

değersiz  herifin  kucağına  attığı  zaman,  o  kimse

geçmişi

sadece


çamura

sokmakla

ve

lanetlemekle



yetinmez,

kendisini

yüzeysel

araçlarla  eleştiriden  kurtarmaya  çalışır.  Bu

konuda  ibret  alınacak  örnek  yeni  Alman

Reich'ının korunma kanunlarıdır.

Yeni  bir  fikir,  yeni  bir  görüş  yeni  bir  dünya

düşüncesi,  yeni  iktisadi  ye  siyasi  hareketler,

bütün  geçmişi  inkar  etmeye,  onu  kötü  veya

değersiz  göstermeye  kalkışırsa,  sadece  bu

davranış,  insanın  son  derece  ihtiyatlı  ve

kuruntulu olmasına yetmelidir. Çok zaman böyle

bir kinin ortaya çıkışı, ya o kini besleyen adamın

pek  değersiz  olması,  ya  da  kötü  bir  niyetin

bulunmasıdır,  insanlığın  gerçekten  hayırlı  bir

yenileşmesi,  daima  ve  sonsuza  kadar  son

sağlam,  temelin  bulunduğu  yerde  inşaata

başlama  işini  üstüne  alacaktır.  O  günümüzdeki

kurulu

gerçeklerden

faydalanmaktan



utanmayacak  ve  çekinmeyecektir.  Çünkü  bütün

kültür,  insanın  kendisi  gibi,  ancak  uzun  bir

gelişmenin  sonucudur.  Bu  gelişmede  her  nesil

binayı inşa etme hususunda kendi taş ve harcını

getirmiştir. Demek ki devrimlerin ruhu ve gayesi

bu  binayı  yıkmak  değil,  kötü  olan  veya  kötü

yapılmış  şeyi  ortadan  kaldırmak,  var  olan  şeyin

yanında yeniden ortaya sağlam ve daha fazla bir

şey  koymaktan  ibarettir.  Ancak  böyle  yapılırsa

insanlığın  gelişmesinden  söz  edilebilir  ve  ondan

söz  etmek  hakkı  mevcut  olabilir.  Yoksa  dünya

hiçbir  vakit  karışıklıktan  kurtulamaz.  Çünkü  bu

halde  her  nesil  geçmişi  inkar  etmek  hakkını

kendinde  bulacaktır.  Böylece  her  nesil,  bir  işe

girişmeden  geçmiş  devirlerde  yapılanları  yok

etmek


hakkına

sahip


olduğunu

iddiaya


kalkışacaktır.  Savaştan  önceki  kültürümüzün

genel durumundaki en hüzün verici taraf, sadece

estetik  ve  genel  görünüşü  itibariyle  kendi

alanında  yenilikler  ortaya  kovmaktan  aciz  oluşu

değildi.  Esef  yaratan  durum  kendinden  daha

büyük  olan  geçmiş  devrin  kültürünü  lekelemek

ve  ortadan  silmek  hususunda  beslenen  kin  idi.

Sanatın  bütün  dallarında,  özellikle  tiyatro  ve




edebiyatta  yirminci  yüzyılın  başından  itibaren

daha önemsiz ve daha az eser meydana getirildi.

Moda en iyi eserleri aşağılıyordu.

Eski  eserler,  adı  ve  zamanı  geçmiş  köhne

şeyler  olarak  gösteriliyordu.  Sanki  bu  devirde,

kendi  utandırıcı  yetersizlikleri  bir  yüksek  eser

vermiş  gibi...  işte  geçmişin  başarısını,  halin

gözlerinden  uzak  tutmak  ve  örtmek  için  sarf

edilen  çaba,  bize  gelecek  günlerin  havarilerinin

ne  mal  olduklarını  açıkça  göstermektedir.  Bu

faaliyete  dikkatle  bakılırsa,  yeni  veya  sahte

kültür


hareketleri

söz


konusu

olmadığı


anlaşılırdı,  Sarf  edilen  çaba,  bizzat  medeniyetin

temellerini yıkmak içindi. Böylece o güne kadar

sağlam kalmış olan güzel sanatlar, düşünceler ve

hisler  çılgınlığın  bataklığına,  mümkün  olduğu

kadar  derin  batırılacak  ve  manevi  yönden  siyasi

komünizme

yol

açılacaktı.



Pericles

asrı


Download 2,6 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish