3- Gayb Âlemiyle İlgili Sözler
Bütün semavî kitaplar ve özellikle bunların içinde Kuran-ı Kerim ahiret hakkında çok bilgi vermiştir, gayb âleminden mesaj getirdiklerinden ister istemez bu âlem hakkında konuşmuş ve mümkün olduğu kadarıyla o âlemi insanlara açıklamaya çalışmışlardır. Tabiatıyla gayb âleminin beyanı için kullanılan kavramların birçoğu, fizikî ve maddî âlem için kullanılan kavramlar olduğu için, gayb âleminde cereyan eden mana ve muhteviyatı istenilen şekilde açıp anlaşılır kılması mümkün değildir. Diğer taraftan insanların yaratılış özellikleri bu dünya yaşantısına elverişli olacak şekildedir; beş duyu organı, akıl ve düşünce gücü, somut olan fizik ve şuhud âleminin idraki için yaratılmışlardır. Çok daha farklı bir âleme ait olan anlam ve mefhumları tam olarak algılayamazlar-anlayamazlar. Bunun için semavî kitaplar o âlemden bahsederken benzetme, istiare, kinaye ve benzeri dolaylı metotları kullanarak soyut olan bir hususu göreceli bir şekilde somutlaştırıp, anlaşılır kılmaktadırlar. Teşbih (benzetme), kinaye (dolaylı anlatım) ve benzeri sanatlar kullanarak bir şey anlatıldığında, bunlar zihnimizi yakınlaştırmak içindir. Tam idrak söz konusu değildir, bu yolla yapılan anlatımlarla bir olgu veya hakikatin vakıf olmak imkânsızdır.
Örneğin kâinattaki bazı işlerden sorumlu olan müdebbir (düzenleyici) meleklere verilen güçten ve meleklerin çeşitliliğinden bahsedilirken kanatlar anlamına gelen "Ecnihe" kavramı kullanılmıştır. Kanat uçmak için bir araçtır, kanadın bir işin imkânlarını hazırlayan güçlerdeki fonksiyonu herkesçe malûmdur, fakat bu benzetmedir gerçek mana kastedilmemiştir.
Huriler, saraylar, cennet nehirleri, ağaçlar veya cehennem ateşinin alevlerinden de bahsedildiğinde durum bundan ibarettir. Bu kelimelerle bu dünyada kastedilen şeyin aynısının kastedildiği düşünülemez. Kastedilen şeylerin o âleme uygun olması gerekir. Eğer o şeylerin gerçek yönü bizim için anlaşılmaz ise bu bizim akıl ve idrakimizin sınırlı oluşundan kaynaklanmaktadır, eksiklik Kuran'dan kaynaklanmamaktadır. Bu bağlamda var olan yanlış anlaşılma veya yaklaşımların bertaraf edilmesi için konunun daha geniş bir şekilde açıklanması gerekir ki Allah'ın lütfü ile yeri geldiğinde konu daha detaylı bir şekilde açıklanacaktır.1
4- Öğretiler ve Tanıma Esasları
Kuran'ın yüce öğretileri ve tanıma (dünya görüşü) hakkındaki esasları, her dönem insanının dünya görüşünü aşan ve açan bir takım hususları gündeme getirmiştir. Bugünün insanı bu hususta bazı mesafeler kat etmişse, bu ilâhî kılavuzluk ve vahiy sayesinde olmuştur, vahiy olmasaydı bilimdeki bu denli gelişimin gerçekleşmesi beklenilemezdi.
Tek olan yüceler yücesi Allah'ın özünü ve künhünü idrak etmek imkânsızdır, onu idrak asla mümkün değildir. Bizler Allah'ı sadece buyurmuş olduğu celâl ve cemal sıfatlarıyla tanıyabiliriz; akıl, vahiy yardımıyla bu sıfatlardan hareket ile Hakk Teâlâ hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Vahiy aracılığıyla yüce Allah'ın doksan dokuz ismini bilmekteyiz.2 Yüce Allah'ın cemali ile ilgili sıfatlarının birçoğu Haşr suresinin son ayetlerinde zikredilmiştir:
"O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir." 1
Yaratılışın sırrını insanın yaratılışında bulabiliriz. İnsan yaratılışı itibarîyle yüce Allah'ın birçok sıfatına cüzî bir şekilde kendisinde bulunduran varlıktır. Başka bir ifadeyle insanoğlu ilâhî cemal ve celâl sıfatlarının yansıdığı bir ayna misalidir: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım"2 ifadelerinden ilâhî emanetin kendisine teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bir başka ayet-i kerime'de ise şöyle buyrulmaktadır:
"Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara verdik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi." 3 Yani biz emaneti kendisine yüklemek için sadece insanı lâyık gördük. Nitekim isimlerin öğretilmesi (varlık âleminin hakikatlerini derk etme) sadece insana mahsustur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah, Adem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti."1 Allah insanı değerli kılıp buyuruyor ki: "Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık." 2
Özde Allah insanı kendisine mensup bildi ve meleklerin mescudu kıldı: "Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın"3 bunun içindir ki, yeryüzünde ve göklerde bulunan tüm güçler onun yetkisine amade kılınmışlardır. Başka bir ayette de şöyle bildirilmektedir:
"O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfü olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." 4
Sonuçta her şeyin insan için yaratıldığı kesindir. İnsanoğlunda öyle bir güç vardır ki bu güç sayesinde kâinatta var olan diğer güçlere egemen olup, kendi varlığını Hakk'ın tecelligahı kılıp, tüm cemal ve celâl sıfatlarını kendisinde yansıtabilir. Allah insan-ı kâmile hitaben: "Her şeyi senin için seni de kendim için yarattım" diye buyurmaktadır.
İnsandan başka hiçbir varlık Allah'ın sıfatlarını yansıtacak bir ayna ve tecelligah olma liyakatini kazanmamıştır. Bu yüzden Allah, insanı yaratırken kendisiyle övünmekte ve "Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir!"5 Diye buyurmaktadır. İnsanoğlu için Kuran'da var olan övgü ve saygı başka hiçbir yerde bulunmamaktadır. İnsanın tarih seyrindeki gelişim süreci de Kuran'ın insan hakkındaki tarifinde yatan gerçeği kanıtlamıştır.
Do'stlaringiz bilan baham: |