- İyi de öyle olur mu?
- Neden olmasın? Hem birbirimize daha çok vakit ayırırız böylelikle…
- Yok, ben öyle poşet çay, hazır çorba falan içemem. Sevmiyorum pek.
- Annemlerde yeriz. Tereyağlı
mis gibi pilav, sever misin?
- Annem tereyağı kullanmıyor ki, harika pilav yapar ama bir tabak yesen ikin-
ciyi istersin.
- Benim annemde yeriz dedim ben. Hem böylelikle daha tutumlu olmuş
oluruz.
O an ciddi ciddi bu ilişkiyi sorgulamaya başladım. Ben böyle bir evlilik
istemiyordum ki. Ailelerimizi bir köşeye atalım demiyordum ancak bu kadar da
işin içinde olmalarına gerek yoktu. Bir an düşününce sanırım biraz sert cevap
verdim.
- Annen hep böyle ilişkimizin içinde mi olacak? Bence doğru değil, pekâlâ ye-
mekleri sen yapabilirsin. Oturur evimizde yeriz.
- Sen şimdiden böyle diyorsan, evlendiğimizde nasıl olursun bilemiyorum.
- Bir şey dediğim yok. Haksız mıyım?
- Poşet çay ve hazır çorba konusunda haksızsın tabii.
- Çay çorba dışında sadece çocuk kalıyor zaten.
- Çocuğu
unut zaten, çok ama çok erken.
Bu söz üzerine kendimi bir kez daha sorguladım. Benim evlilikten beklentim
neydi? Hayatım çay, çorba ve çocuk üzerine mi kuruluydu. Tek istediğim an-
layışlı bir eş ve huzurlu bir evlilikti. Bir anda kendimi üç ‘Ç’ nin ortasında bul-
dum: ÇAY, ÇORBA VE ÇOCUK.
- Çocuğu unut derken? O neden?
122/272
- Çünkü çok erken.
- Anlıyorum, haklısın.
Onu evine bıraktıktan sonra kendimle baş başa kalmıştım. Eve gittim ve telev-
izyonu açtım. Evlilik programına denk gelmem kaderin bir cilvesi miydi,
bilemiyorum. Televizyondaki ses, ‘’Biz bir şey istemedik. 7 bilezik taktı kendisi
ama nişan atıldı. Nişanda takılanlar kız tarafında kalır. ‘’ Hemen televizyonu
kapattım. Biraz uzandım. Dalmışım, uyandığımda akşam haberleri başlamıştı. An-
nem yemek hazır dedi. Odadan çıktım. Mis gibi anne pilavı kokmuştu mutfak.
Tereyağlı bir pilav mı? Nasıl alışacaktım ki…
Akşam yemeğinden sonra odama çekildim. Bir yandan kahvemi yudumlarken,
bir yandan da bir şeyler yazıyordum. O sırada amcamla konuştuklarımız geldi
aklıma. Amcam hayatta her şeyin değişebileceğini söylüyordu. Buna ben de in-
anıyordum. Amcama göre hayatta tek değiştiremeyeceğimiz şey ailemizdi. Bir
gömlek alırsın, beğenmezsin, gider değiştirirsin, bir araba alırsın, çok yavaş gidiy-
ordur, daha hızlısını istersin ya da rengini beğenmezsin, gider başka bir modeliyle
başka bir rengiyle değişirsin. Paran yoktur, bir ev alırsın, kuzey cephesidir, para
biriktirir gidersin güney cephesini alırsın. Evlenirsin, eşin ile anlaşamazsın.
Sorunlar yaşarsın, hayata bakış açılarınız farklılaşır. Olmuyor dersin, yeri
geldiğinde eşini bile değişirsin. Aileni değiştiremezsin ama mesela baban sar-
hoşun tekidir, âlemcidir. Her gece başka yerde eğlenir, her sabah başka bir yerde
uyanır. Babanı değişemezsin sen. Annen çok dedikoducudur hiç sevmezsin o huy-
unu ama annendir değişemezsin.
Ailenin alternatifi yoktur, ‘’ demişti.
Eşimi değişebilir miydim diye sordum kendime… Yüzleşmek istemedim
kendimle, çünkü bir ilişkinin en başında olumsuz hayaller kurmak istemedim.
İlişkimizin annesinin karışacak kadar karmaşık bir boyuta sürüklenmesi beni ra-
hatsız etmişti. Daha da kötüsü sevdiğim kızın annesinin etkisi altında kalmasıydı.
Evliliğe karşı tekrar düşünmek gerektiğini hissetmiştim.
Çünkü;
123/272