Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de


Partisi"  ismi  Marksistleri  pek  fazla  tahrik



Download 2,6 Mb.
Pdf ko'rish
bet8/27
Sana12.08.2021
Hajmi2,6 Mb.
#146148
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   27
Bog'liq
Kavgam - Adolf Hitler ( PDFDrive )


Partisi"  ismi  Marksistleri  pek  fazla  tahrik

ediyordu.  Bu  duruma  göre,  zafer  sarhoşluğunu

henüz  geçirmiş  olan  Marksist  elebaşılarla  bir

patırtının  çıkacağını  tahmin  etmek,  yanlış  bir

hareket  olamazdı. Topluluğumuz  mağlup  olmak

korkusuyla  böyle  bir  kavgaya  atılmaktan

çekiniyordu,

ilk


büyük

toplantının

hiçe

yöneldiği olduğu ve belki de hareketin ebediyen



yok edildiği sanılıyordu.

Kavgadan  kaçınmamak,  bilakis  onun  üstüne

gitmek  ve  şiddete  karşı  korunmayı  sağlayacak

teçhizatı  hazırlamak  için  yapılan  faaliyet  beni

nazik  bir  durumda  bıraktı.  Şiddet  yolu  ile  etrafa

dehşet  saçmak  usulü,  fikir  ile  değil,  karşı  terör

hareketi  ile  önlenebilir.  Bu  bakımdan  bizim  ilk

toplantımızın

başarısı

benim


duygularımı

doğruluyordu.  Bundan  cesaret  alınarak  oldukça

önemli ikinci bir toplantı tertip edildi.

Bu  toplantı  1919  yılının  Ekim  ayında

Eberlbraülkeller'de  yapıldı.  Konu,  Brest-Litovsk

ile  Versay  Anlaşmaları  idi.  Toplantıda  4  hatip

söz  aldı.  Ben  bir  saate  yakın  konuştum.

Kazandığım  başarı  ilk  seferkinden  daha  büyük

oldu.

Dinleyenlerin



sayısı

130'u


aşmıştı.


Toplantıyı  karıştırmak  için  çıkarılan  gürültü

arkadaşlarım  tarafından  bir  an  içinde  bastırıldı.

Kargaşalık  çıkarmak  isteyenler  kaçtılar,  dayak

yiyerek merdivenlerden atıldılar.

15  gün  sonra  aynı  salonda  170  kişiden  fazla

bir  dinleyici  kitlesi  önünde  yaptığım  konuşma

yine  başarılı  oldu.  Artık  ben  başka  bir  salon

arıyordum.  Nihayet  şehrin  bir  ucu  olan  Dachau

sokağında  "Reich  Allemand"  da  bir  salon

bulduk. Bu yeni binadaki ilk toplantımız bundan

önceki  toplantıdan  daha  az  dinleyici  topladı.

Salonda 140 kişi vardı. Komisyonda ümit tekrar

azalmaya  başladı.  Kötümser  olanlar  dinleyici

sayısının  azalmasının  toplantılarımızın  pek  sık

tekrarlanması  neticesi  olduğunu  ileri  sürdüler.

Bu  konuyu  bir  hayli  tartıştık.  Ben  700  bin

nüfuslu  bir  şehirde  15  günde  bir  toplantı  değil,

haftada  10  toplantı  yapmanın  imkan  dahilinde

olduğunu

söylüyordum.

Geçici

başarısızlıklardan  dolayı  üzülmemek  gerekirdi.



Çünkü  doğru  yolda  idik.  Er  geç  sebatımız  bizi

zafere  götürecekti.  Esasen  bütün  o  1919-1920

kışı yeni hareketin ve şiddetin zafere ulaşacağına

dair daha fazla güven aşılamak için girişilmiş tek




bir kavga ile geçti, özgüvenin inanç gibi dağları

devirmeye

kabiliyetli

bir


taassup

haline


dönmesine  çalışıyorduk.  Aynı  salonda  yapılan

ikinci  toplantıda  dinleyici  sayısı  200'ü  aştı.

Ayrıca  başarı  da  büyük  oldu.  Derhal  yeni  bir

toplantının  hazırlıklarına  giriştim.  On  beş  gün

sonra  tertiplenen  toplantıyı  270  kişinin  üstünde

bir  dinleyici  kitlesi  takip  etti.  On  beş  gün  sonra

taraftarlarımızı  ve  yeni  hareketin  dostlarını

yedinci  defa  toplantıya  çağırırken  aynı  bina

400'den  fazla  bir  dinleyici  kalabalığını  kabul

etmek durumunda kalıyordu.

Bu  sıralarda  yeni  hareketin  dahili  esaslarını

tespit


için

yaptığımız

teşebbüs

küçük


topluluğumuzda  büyük  münakaşalara  sebep

oluyordu.  Bugünlerde  başlayıp  daha  sonra  da

devam  ettiği  gibi  hareketimize  bir  "parti"

denilmesi  eleştiriliyordu.  Ben  eleştirenlerin  bu

hareketlerini,  kabiliyetsiz  ve  dar  düşünceli

oluşlarının  delili  saydım.  Bunlar  şekle  bağlı

kalan  ve  bir  harekete  şatafatlı  bir  ad  takarak

değer


kazandırmaya

çalışan


kimselerdi.

Maalesef  atalarımızın  dil  hazinesi  de  bu  şatafat

meraklılarına  gayet  iyi  cevap  verebilecek



durumda  idi.  O  zamanlar  fikirlerim  henüz  kabul

ettirmemiş  olan  her  hareketin,  başka  bir  ad

almakta  ısrar  etse  dahi,  parti  olduklarını

anlatmak  çok  zordu.  Bir  kimse,  uygulandığında

zamanın  insanlarına  faydalı  olacağına  inandığı

cesur  bir  fikri  somut  şekilde  gerçekleştirmek

isterse,  önce o  kimse  fikirlerine  yardımcı  olacak

taraftarlar

aramak

zorundadır.

Onun

bu

düşünceleri,  iktidardaki  partiyi  yok  etmek  ve



kuvvetlerine parçalanmasına son vermek ise, bu

fikre  katılacak  ve  aynı  isteği  besleyecek

kimselerin  hepsi,  gayeye  ulaşana  kadar  aynı

partiden

olacaklardır.

Kelimeler

üzerine

münakaşa  etmek  ve  yüz  buruşturmaktan  zevk

alma  arzusu  somut  basanları  akıl  ve  hikmetleri

ile ters orantılı olan bu perukah nazariyecilerden

bazılarını,

bir


dengini

değiştirme

isteğini

beslemeye  itebilir.  Bunu  yaparlarken  de  bütün

genç  hareketlerin  sahip  oldukları  parti  niteliğini

değiştirme  hülyasına  düşerler.  Oysa  halka  zarar

verecek  bir  şey  varsa,  o  da  eski  saf  Cermen

ifadeleri ile meydana gelmiş bu değişmeler ve alt

üst  olmalardır.  Çünkü  bunlar  yeni  zamana

uymazlar  ve  bir  şeyi  açıkça  temsil  etmezler,




insanı  yalnız  bir  hareketin  önemi  hakkında

taşıdığı  isme  bakarak  hüküm  vermeye  sevk

ederler.

Bu


gerçek

bir


rezalettir.

Fakat


günümüzde bu rezalet çok işlenebilir.

Sonraları yaptığım gibi o zamanlar da, eserleri

daima  sıfıra  eşit  olan  ve  gurur  ve  azametleri  her

türlü  ölçüyü  aşan  bu  "seyyar  Alman  halkçı

sosyalistlere"  karşı  halkı  ikaz  etmiştim.  Genç

hareketimiz,  tek  meziyetleri  30-40  yıldan  beri

aynı

fikir


uğrunda

mücadele

ettiklerini

söylemekten  ibaret  olan  birtakım  kimseleri  de

arasına  almaması  gerekiyordu.  Bu  kimse,  fikir

dediği  şey  uğrunda  30-40  yıl  mücadele  eder  de

herhangi  bir  başarı  sağlayamazsa  ve  aynı

zamanda  rakibini  yenemezse,  bu  30-40  senelik

sonuç vermeyen uğraşması kendinin kabiliyetsiz

olduğunun  en  açık  delilidir,  işin  en  tehlikeli

tarafı  bu  tip  kimselerin  partiye  sadece  üye  sıfatı

ile  girmek  istemeleri  değildir.  Aynı  zamanda

liderler  arasına  kabul  edilmelerini  isterler.

Kanaatlerine  göre  onların  eski  çalışmalarına

layık  yegane  mevki  budur.  Bu  herifler,  burada

da  yine  eski  çalışmalarına  devam  etmek  isterler,

işte  genç  bir  hareket  bu  heriflerin  ellerine  teslim



edilirse felaket olur.

İş  adamları  için  de  durum  aynıdır.  Kırk  yılda

büyük  bir  ticarethaneyi  başarıya  götürememiş

bir  kimse  yeni  bir  iş  kurmaktan  acizdir.  Büyük

bir  fikirden  gelen  ve  onu  berbat  eden  ırkçı  bir

kimse  de  böyledir.  O  yeni  bir  genç  hareketi

yönetmek  durumunda  değildir.  Esasen  bu  tip

kimseler  yeni  hareketin  bir  parçasını  teşkil

etmek,  o  harekete  hizmette  bulunmak  ve  yeni

fikrin  prensipleri  içinde  çalışiçin  gelmezler.  Çok

zaman,

kendi


fikirlerini,

yeni


hareketin

piağladığı  olanaklar  sayesinde  uygulayarak

insanlığın  başına  bir  kere  l'daha  bela  kesilmek

üzere  gelirler.  Bu  fikirlerin  ne  olduğunu  açıkla-

bir  hayli  güç  meseledir.  Bu  adamların  göze

çarpan nitelikleri, j *ski Cermen kahramanlarını,

tarihten  önceki  devrenin  karanlıkları-ve  taş

baltalarını,

kalkanlarını

hülya


etmeleridir.

Halbuki  bunlar, ]  akla  gelebilecek  korkakların

en  kötüleridirler.  Çünkü  eski  Alman  si- !

lahlarından kopya edilmiş tahta kılıçları her yöne

sallayanlar  ve  boş  kafalarını  bir  ayı  postu  ile

sarıp  üstüne  de  boğa  boynuzları  takanlar,  çimdi

ise yalnız düşünce gücünün silahları ile saldırıya



geçiyorlar

ve


komünistlerin

küçücük


bir

posasının  ucu  görünür  görünmez  he-:  Itıencecik

savuşuveriyorlar. Gelecek nesil hiç şüphe yok ki

bu  heriflere  kahramanlıklarından  (!)  dolayı  bir

destan  yazmayacaktır.  Bunları  gayet  iyi  tanıyıp

öğrendiğim  için  adi  komedyaları  bende  derin  1,

bir nefret uyandırır. Onların halk üzerindeki tesir

şekilleri  pek  gü-rlünç  ve  adidir. Yahudi  bu  ırkçı

komedyenlere  hiç  dokunmamakta  ı  ve  hatta

bunları,  gelecekteki  Alman  Devletinin  ileri

gelenlerine ter-| Cih etmekte pek haklıdır.

Bu  adamlar  o  büyük  iktidarsızlıklarına

rağmen,  durumu  herkesten  çok  daha  iyi

bildiklerini

anladıklarını

iddia


ederler.

Namusluca  hareket  eden  ve  sadece  geçmişteki

kahramanlıklarını alkışlamamızın kendilerine bir

fayda vermeyeceğim ve kendi davranışlarının da

gelecek  nesillere  şerefli  hatıralar  bırakması

gerektiğini  bilen  kimseler  için,  bu  adamlar  bir

yaradır.

Kendi


aptallıkları

ve


kabiliyet-

sizliklerinin  tesiri  ile  hareket  eden  bu  adamlarla,

belirli  bazı  sebepler  dolayısıyla  aynı  şekilde

davranan kimseleri ayırt etmek pek zordur.

Ben  şahsen,  eski  Alman  modasına  göre  o



sözde

dini


reformcuların

milletimizin

kalkınmasını  isteyen  kuvvetler  tarafından  teşvik

edilmedikleri kanaatinde idim. Gerçekten onların

bütün  faaliyetleri,  halkı,  Yahudi  dediğimiz  o

müşterek düşmana karşı, müşterek mücadeleden

saptırmayı  hedef  alıyordu.  Bunlar  milleti  bu

müşterek  mücadeleye  yöneltecekleri  yerde,

birtakım

dini


kavgaların

ortasına

atıp

bırakıyorlardı, işte bundan dolayı hareketin emir



ve iradesi mutlak bir otorite kullanan merkezi bir

kuvvete  verilmelidir.  Ancak  bu  şekilde  hareket

edilirse bu zarar verici heriflerin faaliyetlerine bir

set


çekilebilir.

Bu


adamlar,

birliği


ve

idaresindeki  kesin  disiplini  ile  temayüz  eden  bir

hareketin  en  azgın  düşmanıdırlar,  işte  genç

hareketimizin  o  günlerde  belirli  bir  programa

dayanarak  "ırkçı"  tabirini  kullanması  boşuna

değildi.

Gerçi

"ırkçı"


tabiri

ifade


ettiği

mefhumun  müphemliği  dolayısıyla  bir  harekete

program  teşkil  edemez  ve  böyle  bir  partiye

girmek  için  emin  bir  ölçü  olamazdı.  Bu

mefhumu  uygulamada  tayin  ve  tarif  etmek

zordur.  Aynı  zamanda  bu  mefhum,  çeşitli

tefsirlere  de  müsaittir.  Bu  tefsirler  ne  kadar  çok



ve  birbirinden  farklı  olursa,  o  hareketi  kabul

etmemek  ihtimali  de  o  kadar  artar.  Siyasette

çeşitli yönlere yayılmış ve tarifi müphem kalmış

bir fikrin kabulü, mücadele ve tartışma sırasında

her  türlü  dayanışmayı  ortadan  kaldırır.  Keza,

herkes kendi inancını ve iradesinin yönünü tayin

etme işini, kendi belirlerse birlik kalmaz.

Bugün  bir  sürü  herifin  şapkaları  üzerinde

"ırkçı"  kelimesini  taşıdıklarını  ve  bu  kelimenin

ifade  ettiği  manadan  çok  uzak  ve  yanlış  bir

düşüncenin içinde olduklarını görmek ve bilmek

çok  utanılacak  bir  haldir.  Bavyera'da  tanınmış

bir  profesör,  bir  mücahit,  fikirleri  ilgi  uyandıran

bir kimse, Berlin'in aleyhinde fikri mücadelelere

girişmiş bir adam, "ırkçı" mefhumunu, "monarşi"

mefhumu  ile  bir  tutmaktadır,  işte  bu  bilgine  has

zihin,  bir  şeyi  unutmuştur.  Bu  da  geçmişteki

Alman  monarşilerinin  hangi  özel  hallerde

modern  "ırkçı"  düşünce  ile  aynı  olduklarını

açıklanmamaktadır.

Bu

kimsenin



bir

yapamayacağı



ortadadır.

Çünkü


monarşi

anayasalardan  çok  daha  az  ırkçıdır.  Eğer  başka

türlü  olsalardı,  monarşiler  hiçbir  zaman  ortadan

kaybolmazlardı  veya  aksine  olarak  ortada




bulunmaları  ile  ırkçı  düşüncenin  yanlış  bir  fikir

olduğunu ispat ederlerdi.

Nedense  herkes  ırkçılık  konusunda  aklına

estiği  gibi  konuşuyor.  Fakat  ne  var  ki  böylesine

çok  açıklamalar  mücadele  eden  bir  siyasi

hareket  için  başlangıç  noktası  olarak  kabul

edilemez.

Yirminci  yüzyılın  müjdecileri  olan  bazı  Jean

Baptistelerin

gözle


görülen,

elle


tutulan

cahilliklerinden

bahsetmeyeceğim.

Bu

kimselerin  ırkçılığı  bilmedikleri  gibi  halkın



hissiyatından  da  haberleri  yoktur.  Bunun  böyle

olduğu  komünistlerin  bunları  kolayca  ait

etmelerinden  bellidir.  Komünistler,  bunların

gevezeliklerine  göz  yumarak,  kendileri  ile

eğlenmektedir.

Dünya üzerinde düşmanlarına, kendisine karşı

kin  besletmeğe  başarılı  olamayan  bir  kimse,

kanaatimce  arzu  edilecek  biri  değildir.  Bu  gibi

kimselerin  arkadaşları  genç  hareketimiz  için

yalnız  komşu  olmakla  kalmaz,  hareketimize

zararlı  da  olur.  Parti  kelimesinin  bile  o  "ırkçı"

hayalperestler sürüsünü korkutacağını ve bizden

uzaklaştıracağını ümit ediyorduk. Bundan dolayı



"Parti"  adım  aldık.  NASYONAL  SOSYALiST

ALMAN iŞÇi PARTİSİ adında karar kılmamızı i-

cap ettiren sebep buydu.

Bu  ilk  adım  eski  devirlerin  hayalperestlerini,

ırkçı fikirleri kanun durumuna getirenleri bizden

derhal  uzaklaştırdı  ve  aydın  oluşlarını,  sarsak

vücutları

önünde


birer

kalkan


gibi

kullananlardan

kurtardı.

Bu  sonrakiler  bize  şiddetle  hücum  ettiler.

Fakat  bu  gibi  kazlardan  bekleneceği  gibi  yalnız

kalemleri  ile  hücuma  geçtiler.  Bize  cebir  ve

şiddet  gösterenlere  karşı  kendimizi  cebir  ve

şiddetle  korumamız,  bunların  hiç  hoşlarına

gitmiyordu.  Bizi  sopa  ve  topuza  karşı  sıkı  bir

bağlılıkla  suçladıkları  gibi,  aynı  zamanda

maneviyattan

yoksun


olmakla

da


itham

ediyorlardı.

Bir  toplantıda  bir  "Memosthene"in,  avaz  avaz

bağırarak

ve

yumruklarını



kullanarak

konuşmasına  fırsat  vermeyen  elli  kadar  budala

tarafından  susturulması,  bu  şarlatan  heriflere  hiç

ama  hiç  tesir  yapmazdı.  Anadan  doğma




korkaklıkları, onları hiçbir vakit böyle bir tehlike

ile  karşı  karşıya  getirmezdi.  Çünkü  onlar

gürültü,  patırdı  ve  boğuşmalar  içinde  değil,

"Kabine"nin  sessizliği  içinde  çalışırlar.  Bugün

bile genç hareketimizi, sessizlik içinde çalışanlar

adını  verebileceğimiz  kimselerin  kuracakları

tuzaklara  karşı  dikkatli,  olmaya  ne  kadar  davet

etsem  azdır.  Bu  herifler  sadece  korkak  değil,

aynı  zamanda  aciz  ve  bir  işe  yaramayan

kimselerdir.  Bir  şey  bilen  ve  bir  tehlikeyi

sezmeye  yardım  etmek  olanağım  gözleri  ile

gören  bir  kimse,  bu  işi  sessizlik  içinde  yapmak

zorunda  değildir.  Böyle  bir  kimsenin  görevi,

kötü  olanı  ortadan  kaldırmak  için  mücadelenin

içine  açıkça  atlamaktır.  Böyle  hareket  etmezse

görevini  yapmamış  olur  ve  daha  doğrusu  pek

acınacak şekilde zayıf olduğu anlaşılır. Bu sessiz

çalışanların  çoğu,  bir  şeyler  biliyormuş  gibi

davranırlar.  Halbuki,  ne  bildiklerini  ise  Allah

bilir!  Aciz  oldukları  halde  bir  takım  oyunlarla

dünyanın  gözünü  boyamaya  kalkarlar.  Tembel

oldukları  halde  "ses  siz  çalışmaları"  sırasında

büyük  bir  enerji  sarf  ediyorlarmış  izlenimini

uyandırmaya  çalışırlar.  Sözün  kısası,  bunlar




başkalarının  namuslu  çalışmalarına  tahammül

edemeyen  sihirbaz  ve  siyasi  elebaşılardır.  Bu

ırkçı  yarasalardan  biri  sessiz  çalışan  bir  herifin

değerini

göklere

çıkardığı

zaman,

sessiz


çalışmanın

verimsiz

olduğu,

başkalarının

çalışmalarının  ürünlerini  çaldığı,  evet  evet

çaldığı  bir  değil  bin  defa  iddia  edilebilir.  Buna

tembelliklerini,

aydınlıktan

korktuklarını,

namuslu


çalışmaları

gururlu


tenkitleri

ile


ezdiklerini,

kendilerini

dev

aynasında



görmelerini  de  eklerseniz,  gerçekte  bu  heriflerin

milletimizin  can  düşmanı  Yahudi  ile  suç  ortağı

olduklarını  anlarsınız.  Bir  meyhane  masası

başında,  etrafı  düşmanları  ile  sarılı  olmasına

rağmen  kendi  görüşünü  fertçe  ve  açıkça

savunan  kimse,  bu  sinsi,  yalancı  ve  dalavereci

heriflerin  bin  tanesinden  daha  fazla  iş  yapıyor

demektir.  Çünkü  bu  cesur  davranış  ile  bir  veya

iki  kişiyi  yeni  harekete  çekebilir.  Halbuki  gizli

çalışmalarını  öven,  sonra  hor  görülen  bir

isimsizliğin  perdesi  altında  saklanan  bu  şartla

tanlar, bu korkak herifler milletimizin kalkınması

konusunda  hiçbir  işe  yaramazlar.  Onlar  gerçek

bir eşekarısıdırlar.




1920 yılı başında, büyük bir toplantı yapmaya

teşebbüs  ettim.  Bu  hareketim  bazı  tartışmalara

sebep oldu. Partiyi yönetenlerden bir kısmı bunu

pek


vakitsiz

buluyorlar,

sonuçtan

şüphe


ediyorlardı.  Kızıl  basın  bizimle  meşgul  olmaya

başlamıştı.

Onun

kinini


tahrik

etmeyi


başardığımızdan  dolayı,  sevinç  duyuyorduk.

Başka  toplantılarda  da  onların  muhalifleri  sıfatı

ile gösteri yapmaya başlamıştık. Pek tabii olarak

böyle  bir  teşebbüste  bulunanlarımız  derhal

susturulmuşlardı.  Buna  rağmen  başarı  vardı.

Artık  bizi  tanımaya  başlamışlardı.  Bizi  daha

fazla  tanıdıkça,  aleyhimizde  nefret  ve  hiddet

dalgası  kabanyordu.  Bu  bakımdan  ilk  büyük

toplantımızda, kızıl taraftaki dostlarımızın büyük

çapta bir ziyaretlerini bekleyebilirdik.

Gerçi  ben  de  yok  edilmek  tehlikesi  ile  karşı

karşıya  olduğumuzu  fark  ediyordum.  Fakat  ne

var  ki  bu  kavgaya  girişmek  gerekti.  Esasen  bu

günlerde  olmazsa,  birkaç  ay  sonra  muhakkak

böyle  bir  şey  meydana  gelecekti,  ilk  günden

itibaren  yerimizi  körü  körüne  bir  güven  ile,

amansız bir mücadele ile koruyup, hareketimizin

sonsuza kadar devamım sağlamak bize bağlı bir




işti.  Ben  kızıl  partinin  zihniyetini  çok  iyi

bildiğim  için,  büyük  bir  karşı  koymanın

yapacağı  ilk  etkinin  dikkatleri  bizim  üzerimize

çekmekle

kalmayıp,

harekete

taraftar

sağlayacağına  da  emin  bulunuyordum.  Bu  en

önemli  husustu.  Bundan  dolayı  bu  karşı  koyma

işine iyice azmetmek gerekirdi.

O  zamanlar  partinin  ilk  lideri  bulunan  M.

Harrer  toplantı  gününün  tespiti  konusunda,

benim fikrimi kabul edemiyordu. Bundan dolayı

namuslu  ve  mert  bir  kimse  olarak  davrandı  ve

hareketin  yönetiminden  çekildi.  M.  Harrer'in

yerine


M.

Antoine


Drexler

geçti.


Ben

propaganda teşkilatının başında kalmıştım. Artık

bu toplantı işi ile gayet güzel meşgul oluyordum.

Henüz  kimsenin  bilmediği  hareketimizin  halka

açık ilk büyük toplantısının günü 24 Şubat 1920

olarak kararlaştırıldı.

Hazırlıkları  bizzat  ben  yönetiyordum.  Bu

hazırlık  safhası  pek  kısa  sürdü.  Her  şey  bir

şimşek  hızı  ile  alınan  kararlara  göre  tertiplendi.

Toplantının  duyurulması,  duvar  ilanları  ve  daha

önce  propagandadan  bahsederken  geniş  bir

şekilde  anlattığım  gibi  hazırlanan  broşürlerle




yapılması

gerekiyordu.

Bu

propaganda



biçiminin  en  önemli  nitelikleri  şunlardı:  Büyük

bir topluluk üzerinde etki yapmak, propagandayı

belirli  birkaç  nokta  üzerine  yoğunlaştırarak

devamlı  bu  konuları  tekrarlamak,  kısa  ve  öz  bir

metin hazırlamak ve fikri yaymak için büyük bir

inat gösterip, sonucu beklemekte sabırlı olmak.

Renk  olarak  kırmızıyı  seçtik.  Bu  renk,

rakiplerimizi  tahrik  edecek  ve  onları  kızdırıp

galeyana  zorlayacak,  böylece  bizi  onlara

tanıtacaktı,  ister  istemez,  bizi  akıllarından

çıkaramayacaklardı.  Sonuç,  Bavyera'da  da

Marksistlerle,  diğer  parti  arasında  siyasi  bir

beraberlik  bulunduğunu  açıkça  ortaya  koydu.

Bu  husus,  hükümette  bulunan  Bavyera  Halk

Partisi'nin,  duvar  ilanlarımızın  kızıl  işçiler

üzerinde  yaptığı  tesiri  önceleri  hafifletmek  ve

daha  sonra  da  tamamen  önlemek  için  gösterdiği

gayretten  anlaşıldı.  Polis  bizim  propagandamıza

karşı  çıkmak  için  bir  sebep  bulamadığından,

duvar  ilanlarımıza  itiraz  etti.  Bir  kenarda  duran

kızıl  arkadaşlarına  hoş  görünmek  için,  güya

Alman  Halk  Partisi'nin  yardım  ve  tahriki  ile

ilanlarımızın

duvarlara

yapıştırılmasını



yasakladı.  Halbuki  bu  ilanlar  uluslararasıcı-lık

içinde  yollarını  şaşırmış  olan  yüz  binlerce  işçiyi

tekrar Alman  milletine  iade  edecekti.  Bu  ilanlar

irademizin  doğruluğunu  ve  niyet-lerimizdeki

dürüstlüğü  gelecek  nesillere  gösterecekti.  Milli

denilen  otoritelerin,  kendilerine  bir  engel  teşkil

eden  milli  bir  hareketi  ve  sonunda  milletimizin

büyük


bir

topluluğunu

tekrar

kazanmak


teşebbüsünü  boğazlamaya  kalkıldığı  zaman  ne

kadar  keyfi  davrandıkları  böylece  tespit  edilmiş

oldu.  Bu  ilanlar  Bavyera'da  milli  bir  hükümet

bulunduğu  yolundaki  fikir  ve  kanaati  de

yıkmaya  yardım  edecekti.  Böylece  1919-1923

yıllarının  milli  Bavyerası'nın,  hiç  de  milli  bir

hükümetin

eseri


olmadığı

anlaşılacaktı.

Hükümette bulunanlar, bu hareketin gelişmesine

engel  olmak  ve  onu  imkansız  duruma  sokmak

için her şeyi yaptılar. Bu adi davranışa sadece iki

kişi  katılmadı:  O  zamanki  polis  müdürü  Ernst

Pöhner ile sadık müşaviri Obramtmann Frick. Bu

iki  memur,  daha  o  devirde  göreve  başlamadan

önce  Alman  olmak  cesaretine  sahip  kimselerdi.

E. Pöhner, halk nezdinde sevgi kazanmayı diğer

otoriteler  arasında  en  az  aklına  getiren,  fakat



mensup  olduğu  millete  karşı  sorumluluğunu  en

canlı  şekilde  hisseden  bir  kimse  idi.  Her  şeyden

çok  sevdiği  Alman  milletinin  tekrar  yükselmesi

uğrunda  her  şeyi  göze  almaya  ve  her  türlü

fedakarlığa  katlanmaya  hazırdı.  E.  Pöhner,

kendilerine

teslim

edilen


devlet

malını


korumayan,  milletin  çıkarlarını  düşünmeyen,

bağımsızlık  için  çalışmayan  ve  kendilerini

besleten  hükümete  itaat  suretiyle  aylık  alan

memur  güruhunun  istediği  gibi  at  oynatmasına

engel  oluyordu.  O,  her  şeyden  önce,  devlet

otoritesi

denilen

iktidarı

ellerinde

bulunduranların  çoğuna  muhalefet  ederek,

ülkeye  hıyanet  edenlerin  düşmanlıklarından

çekinmiyordu.  Yahudilerin  ve  Mark-sistlerin

kini,

iftiraları



ve

yalan


dolu

saldırıları

milletimizin  sefaleti  ortasında  onun  yegane

saadetini  teşkil  etti.  O  granit  gibi  sadık,  eski

zamanların  temizliği  içinde  yüzen  tam  bir

Almandı.  "Esir  olmaktansa  ölmek  daha  iyidir."

sözünü  kendine  şiar  edinmişti.  Bu  söz,  onda

lafta kalmıyor, bütün varlığından fışkırıyordu. E.

Pöhner  ve  mesai  arkadaşı  O.  Frick  benim

nazarımda,  devlet  memuru  olarak  Bavye-ra'nın




var  olmasına  hizmet  etmiş  sayılacak  yegane

kimselerdir.

Büyük toplantımızın açılmasından önce yalnız

gereken  propaganda  malzemesini  hazırlamak

değil,

toplantı

programını

da


bastırmam

gerekliydi.

Bu

kitabın


ikinci

bölümünde

programı  uygulamak  için,  özellikle  takip

ettiğimiz  esasları  daha  geniş  bir  şekilde

anlatacağım.  Ben,  burada  yalnız  programın,

genç  hareketin  bünyesini  ve  cevherini  ortaya

koymakla

kalmadığını,

aynı

zamanda


topluluklara,  takip  ettiğimiz  gayeyi  de  amacı  da

açıkladığını belirtmek isterim.

Mensuplarına  aydın  denilen  çevreler  önceleri

nükte  yapıp  alay  etmeğe  kalkıştılar.  Daha  sonra

tenkit  ettiler.  Bütün  bu  davranışlar  bizim

hareketimizin  ne  kadar  doğru  olduğunu  açıkça

gösteriyordu.

Birkaç  yıldan  beri  düzinelerce  yeni  fikir

hareketlerine  şahit  oldum.  Bütün  bu  fikir

hareketleri  rüzgarların  önüne  düşüp,  sürüklenip

gittiler.  Bu  arada  hiçbir  iz  bırakmadılar.  Yalnız

bir  tanesi  dayandı.  O  da  Nasyonal  Sosyalist

Alman  işçi  Partisi  idi.  Artık  her  zamankinden



çok  şuna  kani  oldum  ki;  bu  yazımın  aleyhinde

mücadele  edilebilir,  bu  parti  felce  uğratılabilir,

hatta  küçük  partilerin  bakanları  bizi  söz

söylemeden  men  edebilirler,  fakat  fikirlerimizin

galip gelmesine hiçbir zaman engel olamazlar ve

olamayacaklardır.  Artık,  iktidar  mevkiinde

bulunan  partilerin  ve  onları  temsil  edenlerin

isimleri  bile  hatırlanmaz  olacaktır,  işte  bu  sırada

Nasyonal  Sosyalist  işçi  Partisi'nin  programı,

doğmakta  olan  bir  devletin  temellerini  teşkil

edecektir.

1920'nin  Ocak  ayına  kadar  dört  ay  içinde

yaptığımız  toplantılar,  ilk  broşürümüzü,  ilk

duvar  ilanımızı  ve  programımızı  bastırabilmek

için ihtiyacımız olan parayı sağlamıştı.

Bu


kitabın

birinci


kısmını

ilk


büyük

toplantımızı  anlatarak  biti-riyorsam,  bunun

sebebi,  bu  toplantının  küçük  toplumların  dar

çevrelerinin

sınırlarını

aşıp,


çok

ötelere


sıçramasından  ve  ilk  defa  zamanımızın  en

kudretli  manivelası  olarak,  kamuoyu  üzerinde

büyük tesir yapmış olmasından ileri gelmektedir.

O  gün  bende  yalnız  bir  endişe  vardı.  O  da

şuydu:  Acaba  toplantı  salonu  dolacak  mıydı,



yoksa bize, boş sıralara hitaben söz söylemek mi

düşecekti?  Salonun  dolacağından  ve  büyük  bir

başarı  sağlayacağımızdan  emindim.  Toplantıyı

beklerken bu düşünceler içinde idim.

Toplantımız  saat  7.30  da  başlayacaktı.  Saat

7'yi  çeyrek  geçe  Münih'te  Platzl  üzerindeki

Hofbrauhaus'un  eğlence  salonuna  girdiğim

zaman,  kalbimin  sevinçten  parçalanacağını

sandım.  Bana  kocaman  görünen  salon  tıklım

tıklım  dolu  idi.  Omuzlar  değil,  başlar  birbirine

dokunuyordu.  Salonda  iki  bin  kişiden  fazla

kimse  vardı.  En  çok  hoşuma  giden  taraf,

özellikle  kendilerine  hitap  etmek  istediğimiz

kimseler  tarafından  salonun  doldurulmuş  olması

idi.

Salonun  yarısından  çoğu  komünist  ve  tarafsız



kimseler  tarafından  doldurulmuştu.  Bizim  ilk

büyük  toplantımız,  komünistlerin  fi-kirlerince,

çabucak  varmak  istedikleri  sonuca  mahkum

bulunuyordu.  Fakat,  iş  çarçabuk  başka  renge

büründü,  ilk  hatip  sözlerini  bitirdikten  sonra,

kürsüye ben çıktım.

Konuşmaya  başladıktan  birkaç  dakika  sonra

salonun  her  tarafında  söz  kesmeler  dolu  gibi




yağıyordu.  Salonda  büyük  kavgalar  çıkıyordu.

En sadık ve en samimi askerlik arkadaşlarımdan

ve taraftarlarınızdan kurulu olan küçük bir grup,

salonda  huzuru  kaçıranların  üzerine  atıldılar.

Böylece  yavaş  yavaş  sessizlik  oluştu.  Ben  de

sözlerime  devam  edebildim.  Yarım  saat  kadar

geçtikten  sonra  alkış  sesleri,  homurtu  ve  küfür

seslerini bastırıyordu.

İşte

o

zaman



programımızı

okumaya


başladım.  Program  ilk  defa  olarak  bir  topluluğa

izah  ediliyordu.  Artık  müdahaleler,  takdir  ve

onaylama  seslerinin  altında  sönük  kalıyordu.

Toplantıyı takip edenlere programdaki yirmi beş

ilkeyi  açıkladım.  Dinleyenlerden  prensiplerimiz

hakkında  hükümlerini  vermelerini  istediğim

zaman, gittikçe artan bir şevk ve heyecan içinde

bütün  okunanlar  çoğunlukla  kabul  edildi. Artık,

son  prensip  de  kabul  edilince,  önümde  yeni  bir

fikir,  yeni  bir  inanç,  yeni  bir  irade  ile  tek  vücut

olmuş insanlarla dolu bir salon vardı.

Biraz sonra salon boşalmaya başladı. Yığılmış

kalabalık,  sulan  ağır  ağır  akan  bir  ırmak  gibi

salonun  kapısına  doğru  gidiyordu.  Bütün  bu

kimseler,  birbirlerine  çıkışıyorlar,  birbirlerini



itiyorlardı,  işte  o  zaman  unutulması  ihtimali

olmayan  bir  fikir  hareketinin  prensiplerinin

uzaklara,  çok  uzaklara,  Alman  milletinin  içine

yayılacağını anladım.

Bir  ocak  devrilmişti.  O  devrilen  ocağın

ateşinde Alman  milletine  hürriyetine  ve  hayatını

iade  edecek  olan  kılıç  dövülmekte  idi.  Milletçe

kalkınma  gözlerimin  önüne  geliyordu.  Aynı

zamanda,  o  a-man  vermez  intikam  ilahının,  9

Kasım  1918  ihanetine  karşı  durdu  ğuna  şahit

oluyordum.

Salon  ağır  ağır  boşaldı.  Genç  hareket,

gidişatını takip etti.




Download 2,6 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   27




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish