Dragon Quest
oynadın mı? Moskova’da hastası çok.”
L.
“Hayır. Ben gidiyorum, Oleg.”
“Nasıl yani? Hani kimse dışarı çıkmayacaktı? Hani birbirimizden ayrılma
yacaktık? Hayatta kalmanın ilk iki kuralı bu değil miydi?”
“Belki tuhaf gelecek ama sorumluluğu sana devrediyorum, Oleg.”
“Pardon ama neyin?”
“Buranın.”
“Olur tabii. Görev tanımım ne?”
“Defterlerimi canın pahasına koruyacaksın. Erzağın eşit paylaştırılmasını
sağlayacaksın ve Karla geri dönerse ona göz kulak olacaksın.”
“Bana güvenmek istediğinden emin misin? Silahların yerini bildiğim için
en çok ben tehlikedeyim, unutma.”
“Kısa kes, Oleg.”
“Özür dilerim,” dedi gülümseyerek. “Ama acayip eğleniyorum, dostum.
Randall bu yakınlardaki bir laboratuvarda tüyler ürpertici deneyler yaptıklarını
söyledi. Deneklerden biri kaçmış. Gazetelerde bile yazmış. Kızların ödü patlı
yor. Belki bu gece şansım yaver gider ha? Kanepede yapmamıza izin verirsin
değil mi?”
Yanan binaları ve yanan arkadaşlarımı düşünerek baktım ona.
“Evet mi, hayır mı?” dedi gülerek.
“Bu gece olanları yazıyor musun?”
“Daha değil ama her anını hafızama kaydettim. Sen? Yani o kadar acayip
bir durum ki. İçeridekiler bile bir âlem. Ben diyorum ki...”
Lafını kestim. “İnsanlar yanıyor, Oleg. Bombay yanıyor. Bu işin şakası yok.
Onun için ağzıma içki sürmüyorum. Onun için esrar içmiyorum. Ben yokken
ayık kalabileceksin misin?”
“Hiç endişen olmasın, dostum. Ben burayı hallederim. Siz gemiyi kurtarır
ken cankurtaran botu bana emanet, kaptan.”
“Araya bir de teşbih sıkıştırırım diyorsun.”
Güldü. “Fırsatı hiç kaçırmam. Bana güvendiğin için sağ ol, Lin.”
“Karla dönerse sakın bir yere yollama.”
“Bir kere söyleyince anlıyorum, dostum.”
“Gerekirse onu canın pahasına koru.”
Sırıttı. “Anladım.”
Az sonra, salona döndüğümde savaşa hazırdım. Didier, Diva’yla taş-kâğıt-
makas oynuyordu. Charu’yla Pari havada uçuşan ellere hayretle bakan Vinson’a
kuralları anlatmaya çalışıyordu. Randall kibarca hile yaparak hakemlik ediyor
du. Herkes gülüyordu. Usulca koridora çıktım.
“Bana yine barikatı mı bozduracaksın?” diye sızlandı Jasvvant.
“Hadi Jasvvant,” dedim bıkkınlıkla.
İyice çirkefleşti. “Sersem herif. Birkaç saate şafak sökecek. Patlıcan gibi or
tada olacaksın.”
“Kabak,” diye düzelttim. “Aç şunu.”
“Neden anlamıyorsun be adam? Barikatı her bozduğunda onu zayıflatı
yorsun.”
“Jasvvant, lütfen.”
“Parsi dostum burada olsaydı, bu tip durumlar için hareket ettirilebilen bir
barikat yapardı ama... ”
“Jasvvant,” diye patladım. “Ha, bir de döndüğümde parolayı sorarsan, hiç
üşenmem gidip bir dövmeci bulur, parolayı kıçına kazıtırım.”
“Yürü git,” dedi göbeğini hoplatarak.
Barikattan birkaç iskemle kaldırdı. Tam dışarı çıkacaktım ki, durdurdu
beni.
“Bayan Karla dönerse, benim yanımda güvende olur.”
“Büyüksün, Jasvvant.”
“Fedailiğimin bir ücreti var tabii. Faturana yansıtırım.”
Otelin önündeki basamakları koşarak indim ve Dominic’i beni sabırsızca
beklerken buldum.
“Geciktin,” dedi. “Ama şimdi oturup nöbetime gecikmemin neden sorun
olacağını açıklasam dinlemeyeceğini biliyorum. Onun için boş ver.”
“Uyuyabildin mi?” diye seslendim omzunun üzerinden.
“Bir saat. Sen?”
“Yok. Misafirlerim vardı. Hiç haber aldın mı? Durum nasılmış?”
“Kötü,” dedi boş caddelerde ilerlerken. “Dongri, Malad ve Andheri’de yan
gınlar çıkmış. Yüzlerce insan evlerini ve iş yerlerini kaybetti. Terminal insan
kaynıyor. Yarısı oraya sığınmış, yarısı da şehirden kaçmaya çalışıyor.”
“Çatışmalar?”
“Hindu ve Müslüman topluluklarının gençlik liderleri halkı örgütlemiş.
Hinduların bölgesinde çıkan yangınlara Hindu öğrenciler müdahale ediyor.
Şiddet eylemlerine karşı nöbet tutuyorlar. Müslüman mahallelerinde de aynı
şekilde. Bombay’daki son isyanın bilançosu ağır oldu biliyorsun. Aynı acılar
yaşanmasın diye uğraşıyorlar.”
“İşe yarıyor mu bari?”
“Şimdilik evet. Öğrenciler bir harika. Emniyet okullara bir el atmalı bence.
Aralarından süper polisler çıkar.”
“Yangınları kim çıkarıyor?”
“Bombay’da ne zaman bir yangın çıksa, arkasından oraya ya bir alışveriş
merkezi inşa edilir ya bir site.”
Çıkarcılar çoğunlukla bu gibi toplumsal gerginlikleri sokakları yakmak için
kullanıyordu. Kiraladıkları haydutlar Müslümanların dükkânlarını yakarken
turuncu, Hindularınkinde yeşil bandalar takıyordu.
Dominic bunları inceden bir alayla söylememişti. Daha çok bir gerçeği ka-
bulleniş hâlindeydi. Otuz yaşındaydı. On ve sekiz yaşlarında iki kızı ve dört
yaşında bir oğlu vardı. Giydiği üniforma için gece gündüz hayatını tehlikeye
atan dürüst ve çalışkan bir adamdı ve hizmet ettiği sisteme inancını çoktan
yitirmişti.
Söylediği acı sözleri daha önce de sokaklarda, en çok da kenar mahallelerde
defalarca duymuştum. Bu, fakirleri sömüren ve aynı zamanda onlara karmala
rının yoksulluk olduğunu dayatan adaletsiz bir sistemin buruk bir aymazlığa
sürüklediği insanların sesiydi.
Dominic’in ailesi, dedesi zamanında Hindu’ymuş. Hindistan’ın ilk adalet
bakanı ve Dokunulmazlar Hareketi’nin lideri Dr. Ambedkar’ın şık ve etik açı
dan son derece gerekli başkaldırı dalgası sırasında Hristiyanlığı benimsemişler.
Aile ilk başlarda bir hayli zorlanmış ama Dominic’le karısı kendi ailelerini
kurdukları sırada, Hristiyan cemaatine çoktan uyum sağlamışlar. Tıpkı Kast
sisteminden kaçmak için Budistliği ya da Müslümanlığı benimseyen birçokları
gibi.
Aynı mahallenin insanları artık Öz’leriyle başka ibadet şekilleriyle bulu
şuyordu, hepsi o. Ama her dinin zaman içinde ve belirli dönemlerde zaiyatlar
vermesi kaçınılmazdı elbette.
Navy Nagar’dan Worli Kavşağı’na dek bütün şehri turladık. Yanımızdan
Hindularla ve Müslümanlarla dolu kamyonlar geçti.
Politikacılarla zenginler bu sokağa çıkma yasağını da delmeyi başarmıştı.
Yanlarında koruma araçlarıyla şehirde diledikleri gibi dolaşıyorlardı. Ara sıra bizi
gördükleri gibi kaçan birkaç insana rasdıyorduk. Onun dışında, etraf sakindi.
Sokaklarda zombiler yoktu ama köpeklerle fareler çoktu. Ortalıkta insan
olmayınca aç kalmışlardı. Boş caddelerde kendilerinde sesler çıkararak yemek
dileniyorlardı.
Dominic dikkatliydi. Hintliler köpekleri ve fareleri sever. Hintlilerin sev
mediği yoktur zaten. Bir keresinde bir fare sürüsüne yol vermek için durdu.
Uzunları yakıp söndürdü. Kornaya bastı. Ama fareler bir koyun sürüsü gibi
tam ortasında kıpırdamadan duruyordu.
“Parlak bir fikrin var mı?” diye sordu.
“Ateş et dağılsınlar,” dedim. “Fare yerine insan olsaydılar öyle yapardın.”
“Aklından bile geçirme.”
O sırada cılız bir sokak köpeği yaklaştı. Hindistan’daki sokak köpeklerinin
binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Bu köpek de atalarının kadim bilgisiyle farele
re yaklaştı ve ulumayla inleme arası tuhaf sesler çıkarmaya başladı.
Fareler gri bir sis dalgası gibi dağıldı. Köpek bu sefer bize havladı.
Do'stlaringiz bilan baham: |