DAĞ GÖLGESİ ■ 19
Naveen güldü.
“Soruma cevap vermediniz.”
Yine bir sessizlik.
“Nasıl yani özel dedektif?” diye sordu Akrep kuşkuyla.
“Dedektif işte,” dedim. “Rahip gibi. Hayatında
sadece bir kez muhatap
olduğun türden. Adam size bir soru sordu. Cevap versenize.”
“Dur bakayım.” Akrep gözlerini havaya dikti. “Şimdi düşündüm de herif
çioğlu bir tek beni sormuş. İkizlerle işi yok demek.”
“Nerede kalıyor?” diye sordu Naveen.
“Bilmiyoruz,” dedi İkizler. “Başta ciddiye almadık. Ama iki gündür peşi
mizde. Akrep tırsmaya başladı. Zaten ödleğin önde gideni, iyice kafayı yedi.
Bizimkilerden biri bugün herifi bir yoklayacak. Yakında nerede kaldığını öğ
reniriz.”
“İsterseniz ben de bakabilirim,” dedi Naveen.
George’lar bana baktı. Omzumu silktim.
“Olur valla,” dedi Akrep. “Hem de mis olur. Şu herif kimmiş öğrenelim
bakalım.”
“Yoksa mahvolduğumuzun resmidir,” diye atıldı İkizler. “Akrep’in parano
yası bana bulaştı. Sabahlan bir kalkıyorum, boğazıma sarılmışım. Uykusunda
kendini boğan adam olarak tarihe geçmeme az kaldı.”
“Biz ne yapalım?” diye sordu Akrep.
“Ortalıkta görünmeyin,” dedi Naveen. “Adamın nerede kaldığını öğrenir
seniz Lin’e haber gönderin. Ya da bana. Merewether’deki Natraj binastndayım.
Adım, Naveen Adair.”
George’lar önce birbirlerine, sonra sırayla bana ve Naveen’e bakarken kısa
bir sessizlik oldu.
“Bana
da makul bir plan gibi geldi,” dedim İkizlerin elini sıkarken.
Ona verdiğim para en sevdikleri uyuşturuculardan en az ikisine, mütevazı
bir otelde birkaç geceye, çamaşırcıya olan borçlarını kapamalarına ve bayıldık
ları Bengali şekerlemelerine yeterdi.
George’lar sokağın kalabalığına karışırken Akrep’in başını Londralı arkada
şının omzuna dayadığını gördüm.
“Tahminin ne?” diye sordum Naveen’e.
“Avukat kokusu alıyorum,” dedi. “Bakalım yumurtadan ne çıkacak? Ama
peşinen anlaşalım. Hiçbir şey de çıkmayabilir. Biliyorsun, daha amatör sayı
lırım.”
“Amatör, bir işi nasıl yapmayacağını henüz öğrenmemiş kişidir.”
“İyiymiş. Alıntı mı?”
“Öyle.”
“Kim demiş?”
“Bir zamanlar tanıdığım bir kadın.”
“Ben de tanışabilir miyim?”
“Hayır.”
“Lütfen.”
“Ne olacak senin bu tanışması zor insanlarla tanışma merakın?”
“Karla. Bunu o söyledi, değil mi? Güzelmiş.”
Durup yüzümü onunkine yaklaştırdım.
“Gel, seninle bir anlaşma yapalım. Bir daha bana Karladan bahsetme.”
“Bu bir anlaşma değil ki,” dedi gülümseyerek.
“Anladığına sevindim. En son içki içecektik.”
Leopold’ün bira ve köri kokulu inine girdik. Akşam olmak üzereydi.ı
Birazdan içerisi turistler, uyuşturucu satıcıları, karaborsacılar, dolandırıcı
lar,
oyuncular, öğrenciler, gangsterler ve kötü çocuklara meraklı iyi kızlarla
dolacaktı. Leopold’ün restoran masası görünümlü rulet masalarında bağırıp
çağrışacak, yemek yiyecek, içki içecek ve ruhları üzerine kumar oynayacak
lardı.
Didier barın en çok bu zamanını severdi. Günlük ikinci tur alkol seansını
devirmek için arka duvardaki her zamanki masasına sinmişti. Oradan mekânın
üç kapısına da hâkim olabiliyordu.
Kol mesafesinde tuttuğu bir gazeteyi okuyordu.
“Didier ve gazete! Önceden uyarsaydın keşke. İnsanları böyle şok
etmeye
hakkın yok!”
Etrafta aylak aylak dolanan Sweetie adındaki garsona döndüm. Yakasındaki
pembe isim kartı da tıpkı onun gibi dolanmaya çıkıp omzuna doğru kaymıştı.
“Aşk olsun, Sweetie. İnsan dışarı bir
Do'stlaringiz bilan baham: