Yayla tabiri yaylak kelimesinden gelmekte olup, eski Türkçe metinlerde yaz
mevsiminin geçirildiği yer anlamına gelir. Günümüze kadar kullanılan bu kelime, Osmanlı
dönemine ait sözlüklerde konar-göçer yaşamı simgelemekteydi. Yaylak, iskân
mahallerindeki yaşam anlayışı yarı göçebe hayat tarzının en belirleyici unsurudur. Bu tarz
göçebelik daha çok konar-göçer tabiriyle açıklanır. Göçebelik, mevsimlere göre veya
ekonomik şartlara bağlı olarak sürekli yer değiştiren toplulukların hayat şekli iken konar-
göçerlikte mekân belirlidir. Konar-göçer yaşam tarzında temel geçim kaynağı hayvancılık
olduğundan, yaz mevsiminde mutlaka otlaklar açısından yaylalar önem arz etmekteydi.
Hayvancılık için yaz mevsimi baharda başlar ve sonbaharın bitimine kadar devam ederdi.
Yaylanın önem kazanması hayvan otlağı olmasından kaynaklanmaktadır. Türkler, konar-
göçer yaşam tarzını Anadolu’ya da götürmüşlerdir. Anadolu ve Balkanların fethinden sonra
çok sayıda yayla, yazları önemli yerleşim birimleri arasında yerini almıştır (Gümüşçü, 2016,
s. 677-678).
Osmanlı Devleti’nde halk arasında en fazla anlaşmazlık yaşanan konulardan birisi
yaylalardaki anlaşmazlıklar olmuştur. Orta Asya’dan gelen geleneksel yaylacılık kültürü,
konar-göçer Türk yaşam biçimi ve hayvancılığın en önemli ekonomik alanlardan birisi
44
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
olması bu anlaşmazlıkların her zaman ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yaylalarla ilgili
olup günümüze ulaşan arşiv belgelerinin önemli bir kısmı arazi hukuku ve yayla kullanım
hakkı ile ilgili anlaşmazlıkları kapsamaktadır. Bu anlaşmazlıklar mahallinde çözülemeyince
devlet merkezine kadar ulaşmış ve müzmin problemler haline gelmişlerdir. Yaylaların
kullanım hakkı konusunda anlaşmazlıkların temelinde Osmanlı toprak hukukunun
geçirmekte olduğu değişim süreci gelmektedir. Tahrir geleneğinin kesintiye uğraması, miri
arazi rejiminin bozulması, toprakların özel mülkiyete geçmesi, özel mülkiyete geçen
toprakların ayanların elinde toplanması gibi, arazi problemleri yaylalar için de geçerli
olmuştur (Ekinci, 2019, s.319).
Yaylalar, Osmanlı hukuki düzeninde metruk arazi olarak değerlendirilmiştir. Metruk
arazi, bir kasaba veya köy halkının faydalanmasına terk edilen yerler olarak adlandırılmıştır.
Yalnız metruk arazi kullanılırken başkasına zarar vermemek şartı mevcuttu. Metruk arazide
yani yaylalarda tapu ile sahiplenme mümkün değildir ve alınıp satılamazlar. Devlet
tarafından herhangi bir şahsa veya bir cemaate tahsis edilemez ve tahsis durumları
değiştirilemez. Yaylalarda bir sahiplenme söz konusu olduğunda, resmen burayı kullananlar
dava açabilirler. On dokuzuncu yüzyılda yaylalar konusundaki anlaşmazlıkların önemli bir
kısmı, arazi hukuku ve kullanım hakkı konusundaki anlaşmazlıklar oluşturmaktadır.
Bunların dışında idari, ekonomik, sosyal, dini ve siyasi sebepler de bu anlaşmazlıklara konu
olmuştur (Cin 1978, s.42 akt. Ekinci s. 320).
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nin arşiv vesikaları incelendiğinde, yayla
anlaşmazlıklarının Anadolu’ya göre ülkenin balkan topraklarında daha fazla olduğu
görülmektedir. Bu yüzyılda devletin yıkılış sürecinde olması, merkezi otoritenin büyük
oranda ortadan kalkması özellikle balkanlarda Osmanlı Devleti’nden bağımsızlığını kazanan
devletlerin ortaya çıkması en önemli etkenlerdendir. Nitekim 1878 Berlin antlaşması ile
bağımsızlığını kazanan Sırbistan, Karadağ ve Romanya devletleri, artık Osmanlı Devleti ile
sınır olmuşlar ve sınırlarını genişletmek için her türlü çaba içine girmişlerdir. Bu
devletlerden özellikle Karadağ kendi vatandaşları ile Osmanlı vatandaşların yayla
anlaşmazlıklarını her fırsatta desteklemiş ve her türlü imkânı sağlamıştır.
Do'stlaringiz bilan baham: