Kadınlar, yaylada maruz kaldıkları zor hayatın başka yerlerde olmayıp bu bölgeye
sıkıntı, hamallık” olarak tanımlanmasında hem ilkel şartlar hem adaletsiz işbölümü etkilidir:
218
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
edeceğuk?” (K, 62) “Biz çok kırıldık. Gençliğimizi oralarda harcadık. Parasız pulsuz.
Çocuklarımızı büyüttük başka elde bir şey yok. Hep ırmaklara kabanlara gittik. Sebilerimizi
oralara taşıdık. Habeyle keyifli, bezli, zevkli büyütmedik onları. Biraz uyanık olsak okumuş
olsak yapmazdık. Siz bunları yapmayın, siz okuyun, güzel işler yapın.” (K, 70)
Gençler eğitim ve iş durumlarından dolayı yaylacılıktan uzaktır ve annelerini de bu
işlerden vazgeçirme uğraşındadır. Yaylacı aileler genellikle evlatların bu işlere bulaşmasını
istememekte, diğer yandan onların bu işleri sürdüremeyeceğinden bahsetmektedir. Bunda
gençlerin “hazırcılığa alışması”, “rahata alışması”, “bilgisayar çocuğu olması” hatta
“akıllanması” gibi sebepler gösterilmektedir: “Hangi kız ahıra gidiyor şimdi? Eskiden
kızlar yaylacı olurdu. Kızlara şimdi desen aklına gülerler.”(K, 76) Yayla işlerini “kızlarının
yapabileceğini ama gelininin yapmak istemeyeceğini” veya her ikisinin de yapmak
istemeyeceğini ifade edenler vardır. Kadınların kendisinden sonra evlatlarının bu işleri
devam ettirip ettirmeyeceğine genellikle kızlarından ve gelinlerinden pay biçerek cevap
vermesi önemli bir bulgudur. Evin oğlunun yaylacılığı sürdürmesinde işlerinin yüklenicisi
olarak yine bir kadın, gelin hatra gelmektedir.
Yaylacı kadınların tamamı yaylacılığı hep “evlatlarının istememesine rağmen”
yaptığını söylemektedir. Yaylanın ve süt ürünlerinin sevilmesi, evlatlara bir şeyler yollamak
arzusu, ineklerin çok sevilmesi, başka yapacak bir şeyin bulunmayışı, yayla işlerinin devamı
konusunda ileri sürülen sebeplerdendir. Bir yandan evlatların annelerine kıyamaması dile
getirilirken öte yandan evlatların düşüncesizliğine sitem de edilmektedir: “Yapma diyorlar.
Biz sana alırız diyorlar. Ama gene de olsun diyorum ne edeceğim. Hep bana yalvarıyorlar
yalan yok. Yapma biz de istemeyiz peynirini mincini. Ama ben gene bırakamıyorum.(K, 76)
“Yapmamı istemiyorlar ama İstanbul’dan ki hazırlanıyorlar -gelmek için- anne hoşmeri
hazırla! E hani yapma diyordun? Anne yapma… Yapmadan nasıl yiyeceksin! Odun yapma
diyorlar. Al bana bir kamyon odun!(K,76) “Ahan sebiler gidiyor. Ben gene kaldım bularla
–ineklerle-. Bunlar da olmazsa ben hepten yalağuz (yalnız) kalmışım. Bular bana evlattan
yakındır.” (K, 62) “Bırakacağım gene sebilerden sebep ediyorum ya niye… Neden sebep
edeyim? Geliyorlar buraya hepsini hazırlayıp gönderiyorum. Bunlar benim hediyem
çocuklarıma torunlarıma.” (K, 65)
Yayla işlerinin değilse de yayla ürünlerinin ve “yayla havası”nın özlem duyulan, çok
sevilen şeyler olduğu söylenebilir. Erkeklerde “kadınlar bu işleri bırakmasın” havası
baskındır. Kadınlar arasında ise yayla ürünlerine büyük bir sevgi duyulsa da geleneksel yayla
kültürüne sitem ağır basmaktadır. “Şimdi herkes rahata alıştı. Kötü mü oldu.” (K, 76)
yorumu bir özet mahiyetindedir. Görüştüğümüz erkekler yaylacılığın bittiğini anlatırken bir
yandan da kadınların eskiye nazaran daha rahat olduğunu söylemektedir. Bugün yayladaki
durumun hem kadınlar ezilmiyor olduğu için iyi, hem de yaylacılık yapılmıyor olduğu için
kötü bir tablo olarak sunulması, hangisinin tercihe layık olduğunu belirsiz bıraktığı için
düşündürücüdür. Bu konuda çözümleyici sözlerden biri ise, çocukluğundan beri yaylacılık
yapan bir yaylacı kadının yayla kültürünün devamı konusunda söylediği şu sözdür: “Ezilmek
çok mu güzel bir şeydir. Biz gidiyoruz ineklerin peşinde, millet geziyor taşlarda… (K, 76)”