2. Mehdi Hadislerinin Sened Değerlendirmesi
Bu bölümde mehdi hadislerini genel bir bakış açısıyla -yani tek tek yirmi beş hadisi ele almak suretiyle değil-sened açısından inceleyeceğiz. Hadis ilminde bir hadisin en son ravisinden başlayarak Hz. Peygamber’e varıncaya kadar hadisi birbirine nakleden raviler halkasına hadisin senedi denmektedir.23 Çünkü ravi silsilesinin birbirine sağlam bir şekilde bağlı olması zincirin sağlamlılığını teşkil ettiği gibi, her bir halkanın sağlam ve güvenilir olması da, yine zincirin güvenilirliğini belirleyici kabul edilmiş bundan dolayıdır ki sened olarak adlandırılmıştır.24 Tarihte bir eşi ve benzeri olmadığı ileri sürülen sened müessesesinin asıl hedefi, hadisin sahih olanı ile olmayanını birbirinden ayırmaktır. Durum böyle olunca senet tenkidine gereken önemi vermenin zarureti kendiliğinden anlaşılmaktadır.
İbn Haldun mukaddime’de, mehdi hadislerine yapılan eleştirileri bir araya toplamıştır. O ilgili hadislere yönelik uzunca tenkidine girişmeden önce, hadis usulüne dair şu genel ilkeyi hatırlatır: ”Ehl-i hadisin bildiği gibi, cerh ve ta’dil den önce, hadis imamları bir hadsin ravisini gaflet, ötü ezber, yazdığını karıştırma, yahut yazdıklarında hem zaaf hem karıştırma, batıl görüş ve itikat sahibi olmakla tenkit ederlerse, o hadisin senedi zayıf ve kusurlu sayılıp, senedin zayıflığı hadisin sıhhatini zedeler, hadis zayıf sayılır.25
İbn Haldun mehdi hadislerini tek tek tenkitten geçirdikten sonra şu mütalaayı yapmaktadır: ”İşte mehdinin hal ve durumuna, ahir zamanda huruç ve zuhuruna ilişkin hadislerin tamamı bundan ibaret olup görüldüğü ve anlaşıldığı üzere bu hadislerin ta’n ve cerh edilemeyeni neredeyse hiç yoktur. 26 İbn Haldun Taberani’nin El-Evsat’ın da, Ebu Bekir Bezzaz ve Ebu Ya’la El-Mevsıli’ nin müsnedlerin de rivayet ettikleri bazı hadisleri kritik etmekle beraber, Ahmed b. Hanbel’in müsnedin de geçen mehdi hadislerine hiç atıfta bulunmamaktadır. Kanaatimizce bunun nedeni, İbn Hanbel’in Müsned’in den daha sahih olan sünen kitaplarındaki hadisleri tenkit ettiğine göre, onların daha dünunda gördüğü, müsnedin hadislerini tenkide gerek duymamış olmamasıdır.
Bu hadisleri İbn Haldun’a benzer bir yöntemle fakat daha muhtasar bir tarzda tenkit eden İzmirli İsmail Hakkı, ”Hızır’ın hayatı hakkında varit olan haberler nasıl tenkit edilmişse mehdinin zuhuru hakkında varit olan hadisler de tenkit edilmiş, netice, mehdi ile ilgili hadislerin tamamı zayıf çıkmıştır. Zayıf hadisler ise şayanı itimat değildir,27 sözleriyle, önemli bir gerçeği tespit etmiş olmaktadır.
Bununla beraber İzmirli, ”mehdinin hurucu ve zuhurunu imkansız bulmayıp, bunu hem alken hem adeten, hem imkan-ı zati ve hem de imkan-ı hissi ile mümkün görürken, çelişik bir durum arz etmektedir. Zira bunu mümkün görmesi, reddettiği hadis rivayetlerini neden reddetti sorusunu akla getirmektedir. İzmirli İsmail Hakkı gabya ait haberlerde sahihlik ölçüsü olarak senedi esas almıştır.28
Mehdinin zuhur edeceğini bildiren hadisler ta’n edilmekten kurtulamamıştır. Hatta bu hadisleri tamamıyla zayıf sayanlar da bulunmuştur. Bununla beraber bu zayıf hadisleri muhafaza etmek için olsa gerek” Kim mehdiyi (mehdi haberlerini) yalanlarsa kafir olur” mealinde “koruyucu” bir hadis uydurulmuştur. Avnül Ma’bud sahibi Azimabadi ve İbn Haldun bu sözün uydurma olduğunu belirtmişlerdir.29 Hadis şarihleri her şeye rağmen Mehdinin zuhurunu haber veren hadislerin-en azından- zayıf olduğunu belirtmekten kaçınmamışlardır. Tirmizi’nin şarihi MübarekFuri bu konuda şöyle demektedir: ”İmam el mehdinin hurucu hakkındaki hadisler gerçekten çoktur, lakin ekserisi zayıftır.”30
İbn Kayyim Ebu Davud’un , Abdullah b. Mesud’dan, Asım ve Zer kanalıyla rivayet ettiği hadisin, Taberani’nin, Zer ve Huzeyfe kanalıyla rivayet ettiği varyantını rivayet ettikten sonra, hadisin isnadının zayıf olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: bu hadisler dört kısımdır: ”Sahih olanlar, hasen olanlar, garib olanlar ve uydurma olanlar. İnsanlar mehdi konusunda dört türlü ihtilaf etmişlerdir. İbnül Kayyim bu ihtilafların ilki olarak İsa‘dan başka mehdi olmadığını belirten Halid El- Cendi’nin hadisine değinmekte ve bu hadisi sahih görmemektedir. Fakat İbnül Kayyım’ın İsa’nın Şam’ın doğusunda ki beyaz minare üzerine ineceğine olan inancı tamdır. İsa’nın mehdi olması ile, asıl mehdi arasındaki çelişkiyi de eklektik bir yorumla gidermektedir: ”Nasıl ki faydalı ilimden başka ilim yoktur sözü diğer ilimleri yok saymamaktaysa, bu da İsa’dan başka gerçek mehdi yoktur, ondan başka kamil ve masum mehdi yoktur anlamına gelir.”31
Görüldüğü gibi haberler oldukça çelişik haberler içermektedir. İbnül Kayyim’in de üzerinde durduğu gibi bu hadislerin garib ve uydurma olanları vardır, fakat o bunların hangilerinin uydurma olduğunu açıklamamaktadır.32
Mehdi ile ilgili hadislerde dikkat çeken önemli bir nokta, Buhari ve Müslim’in mehdi hadislerini kitaplarına almamış olmamalarıdır.33 Kendilerinden bunun nedenine dair bir açıklama bilinmemektedir.
Mehdi hadislerinin birbiriyle çatışması gayet açıktır. Bu rivayetlerin arasını te’lif etmek zor bir iştir. İçlerinde münker şeyler oldukça fazladır. Şüpheler gayet bedihidir ve bundan dolayıdır ki Buhari ve Müslim Sahih adlı kitaplarına bu rivayetlerden hiçbir şey alma gereği duymamışlardır.34
3. Mehdi Hadislerinin Metin Değerlendirmesi 3.1. Mehdi Fikrini Doğuran Harici Etkenler 3.1.1. Harici Tesir Ve Mesih İnancı
Mehdi hadislerini anlamak, bu hadislerin sebebi vürudunu, hangi tarihi ortam ve koşulların ürünü olduğunu, kimler tarafından hangi motivasyonlarla üretilip tevzi edildiğini kavrayabilmek için hemen hemen bütün dinler ve kültürlerin sahip olduğu, yaşattığı bir kurtuluş ve ümit ideali olan Mesih yani bir kurtarıcı bekleme inancını anlamak gerekmektedir. Çünkü mehdi figürü, mesihin Arap diline ve İslam kültürüne transformasyonu olarak görülmektedir. Mucizevi bir kurtarıcının gelip, bozulan her şeyi düzeltmesini, mutluluk, barış ve adalet getirmesini beklemek aslında şu veya bu şekilde, bütün toplumların yaşattığı, nefislere hoş gelen bir umuttur. Böyle bir inanç bazı toplumların bir çok dini ve siyasi hareketlerinin kalkış noktası olmuştur.35
Aslında genel anlamda İslam kültüründe, özelde Şia akidesinde ”Mehdi-i Muntazar “telakkisinin köklerini tespite koyularken işe ilkin İslam kavimlerinin, İslamlaştıktan sonra yeni dine ister istemez aktarımda bulundukları, eski din ve kültürlerinden başlamak gerekmektedir. Zira beklenen mehdi,masum imam, gaip imam nazariyeleri kesinlikle Şia’nın orijinal inançları olmayıp, değişik din ve kültürlerden devşirme, eklektik bir adaptasyondur. İslami düşüncenin pek çok harici kaynaktan şu veya bu şekilde etkilendiği açıktır.
Daha ilk halifeler döneminde, 635 ile 641 yılları arasında, Şam, Antakya, Halep, İskenderiye, Mısır, Harran ve Urfa; Emeviler döneminde Doğu Anadolu, Mezopotamya, Irak, Kuzey Afrika, Cundişapur, Pencap ve Sind fethedilmişti. Bundan böyle bir çok yabancı kültür merkezi Müslümanların hakimiyeti altına girmiş bulunuyordu. Bu da karşılıklı kültür etkileşiminin başlangıç noktası demekti. O dönemde Arap yarımadası bu fethedilen yerlere nazaran kültürel açıdan daha geride idi. Ortadoğu, Mısır ve Kuzey Afrika’da Helenistik kültür; İran’da Sasani kültürü, Hindistan’da da zengin bir Hint kültürü vardı.36 İşte bütün bu kültür merkezleri ve oradaki medreseler vasıtasıyla, başta Helenistik felsefe ve bilim, gerek şifahi olarak gerekse tercüme yoluyla İslam dünyasına geçmişti.
Fetihlerden sonra Mecusilerin çoğu (Zerdüştiler), cizyeden kurtulmak gibi nedenlerle islamı benimsemişlerdir. Şiilikteki imamet anlayışının, imamların masumiyeti ve imamlığın babadan oğla intikali tamamen Zerdüştilikten kaynaklanmaktadır. Çünkü Zerdüşt din adamları da yanılmaz ve hata yapmaz kabul edilmişlerdir. Aynı şekilde verasete dayalı din adamlığı müessesesi de onlarda vardı.37
İslam dininin maruz kaldığı kültür kuşatmalarına değindikten sonra şu önemli tespiti yapan Köprülü şöyle demektedir: ”Arap kılıcı karşısında önce boyun eğen İranilik, Hz. Hüseyin evladını Sasanilerin varisi ve takipçisi sayarak ’Ehli beytin hukukunu müdafaa’ perdesi altında Arap milliyetine ve İslam dinine dehşetli darbeler vurdu ve eski bir medeniyetin kolayca yok edilemeyeceğini, Zerdüşt akidelerini İslam kisvesi altına sokmak suretiyle gösterdi.”38
Zerdüştlükten başka Dehriye, Mazdeizm ve Manihaizm gibi dinlerde VIII.yüzyıldan itibaren İslam dünyasını etkilemiştir.39
Işık ve karanlık gibi düalist bir temele dayana Manihaizm’in kurucusu olan Mani’nin kitapları halife El- Mehdi zamanında(Kur’an-ı Kerim’e nazire yazma gibi bir denemesi olan) İbnü’l Mukaffa tarafından Pehlevi dilinden arapçaya tercüme edilmiştir.
3.2. İç Dinamikler
Tarihi oluşturan olaylar kuşkusuz tek bir nedene bağlı olarak gelişmezler. Bu kural İslam tarihi ve İslam kültür tarihi içinde geçerlidir.Mehdi hadislerinin mevcut formlarıyla İslam kültürüne giriş süreci içinde birden çok faktörün etkisi vardır. Tarihte dinin esas kaynağından inhiraf etmiş, ana kaynağı tağyir, tebdil ve tahrif etmiş milletlerin akıbetine İslam ümmeti de uğramıştır. Gerçi her şeye rağmen Müslümanlarla diğerlerini birbirinden ayıran önemli bir faktör vardır ki o da, Kur’an-ı Kerim’in bizatihi tağyir, tahrif ve tebdil edilmemiş olmasıdır.
Genelde hadislerin,özelde mehdiye ilişkin rivayetlerin hadis formatını kazandığı süreç, İslam aleminin çok ciddi sancılar yaşadığı, müslümanın müslümana karşı kılıç çektiği, kardeş kanının akıtıldığı bir döneme tekabül etmektedir. Yaşanan savaşlar, acılar ve yıkımlar ümmeti bunaltmış, toplumda kötümser, karamsar ve kaderci anlayışların neşvünema bulmasına yol açmıştır. İşte böylesi bunalımlı bir ortamda, Kur’an-ı Kerim’i doğru okuyup doğru yorumlayamayan insanların, kurtuluşlarını hayatın gerçeklerinden kopuk, mucizevi kahramanlardan beklemeleri, kaçınılmaz bir sonuç idi. İçinde pek çok nakkaşın yer aldığı Mehdilik adındaki menkıbevi kültür ilmik ilmik işlendi, bu işlengiyi baş tacı edecek, buna teşne bir kitle de zaten vardı.40
Müslümanların maruz kaldıkları zulümler tıpkı bir zamanlar Yahudilerin çektiği acıları, esaret yıllarını andırıyordu. Bir zamanlar İsrail oğullarının beklediği ama bir türlü gerçekleşmeyen ”Allah’ın dünyevi hükümranlığı ”üzerlerinde derin etkiler bırakmıştı. Buradan da apokaliptik masallar neş’et etmişti.41
Hz. Peygamber’in vefatını müteakip, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in dönemleri genel hatları ile başarılı geçmiş, fakat Hz. Osman’ın iç kargaşa sonucunda şehit edilmesi, fitnenin ayak sesleri olmaktan öte ’fitne kapısının aralanması’ anlamına geliyordu. Bu bir ridde savaşı değildi, bu Medine cemaati içinde vuku bulan ilk ciddi ihtilaftı, Müslüman ümmetinin güçlü toplumsal temelleri sarsılmaya başlanmıştı. Bu sonraki bütün ihtilafların şu veya bu şekilde kendisinden bir iz taşıdığı bir ihtilaftı.42
Hz. Ali döneminde de fitne eksilmek yerine artarak devam etti, işte bu tehlikeli gidişin ilk meyvesi , 656 yılında meydana gelen Cemel harbi oldu. Bu olayın üzerinden bir yıl geçmeden bu sefer de Hz. Ali’nin ordusuyla Hz. Muaviye’nin ordusu Sıffin’de karşılaştı, bu savaşın neticesi çok daha vahimdi, şüphesiz Hz. Ali ve evladı taraftarlarını en fazla üzen olaylardan biri Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi idi. Bütün bu meydana gelen olayların toplumun üzerinde ne gibi izler bırakacağını tahmin etmek güç değildir. Şimdi artık paniğe kapılmış ruhlar her zamankinden daha çok bir melce’ bulmaya muhtaç durumdaydılar.43 Bütün bu gelişmeler Şia’da bir kurtarıcı fikrinin benimsenmesi doğrultusunda elverişli bir ortam hazırladı. Şiiler’in uzun bir süre maruz kaldıkları haksızlıklar, kendilerinde intikam hisleri doğurmuş ve bu esnada mehdilik fikri yerleşmiştir, çünkü böyle bir mehdilik fikrine ihtiyaç vardı.44 Her evden mutlaka bir veya daha fazla ölenin olduğu fitne olaylarından sonra, İslam toplumunun üstüne kapkara keder bulutları çöküp, zalim sultanlara karşı çaresiz kalan ehli beyt taraftarlarının gönüllerinde bir kurtarıcı özlemi taht kurmuştu. İşte bu gibi durumlarda toplumlar genellikle zühd ve takvaya yönelmekte içe kapanmaktadır. Düş kırıklığı ve psikolojik çöküntü, kapanmış toplumlarda bir kurtarıcı ümidini de beslemektedir.45 Şia’nın gördüğü zulüm ve baskıların boyutu ne kadar büyük, asırlar süren sindirme politikaları ne kadar şiddetli olursa olsun, bu durum akideleşen mehdi mitini hiçbir zaman haklı kılmaz, sadece böyle bir mitin çıkış sürecini anlamada işe yarayabilir. Kur’an-ı Kerim geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin nasıl sarsıldıklarını, hatta Allah’ın yardımı ne zaman diyecek kadar bunaldıklarını bildirmekte46 fakat kurtuluşu mevhum bir kurtarıcıya havale etme yönünde en ufak bir telmihte bulunmamaktadır.
Mehdinin zuhuru hakkında rivayet edilen bir çok hadisin etkisi ile olacaktır ki, Selefiyye ile Hadis alimleri, Şia’nınkinden farklı da olsa ahir zamanda bir mehdinin geleceğini kabul etmişlerdir. Onların telakkilerine göre kıyametin büyük alametlerinden biri olan mehdi, Hz. Hasan ve Hüseyin’in soyundan gelen bir ailenin çocuğu olarak Medine’de doğacak, Mekke’de mehdiliğini ilan edecektir. Adı Muhammed b. Abdullah’tır. İlahi emirleri hayata geçirecek, sünnetleri ihya edip bidatleri ortadan kaldıracak, başta Cebrail ve Mikail olmak üzere meleklerden oluşan orduların da desteği ile dünyanın tamamına hakim olacak, Tevrat’ın ve İncil’in asıllarını bulup ehli kitap’ın Müslüman olmasını sağlayacak, zulmü kaldırıp adaleti tesis edecek, devrinde herkes zenginleşecek, barış ortamını sağlayıp, düşmanlıkları sona erdirecektir. Yedi yıl süren bir iktidardan sonra Hz. İsa gökten inecek, Deccal’i birlikte öldürdükten sonra yönetimi ona devredip otuz beş veya kır yaşlarında vefat edecektir. Kesinlik ifade den hadislerle sabit olduğundan bu olayların kabul edilmesi zorunludur. Bazı ayetlerde mehdiye işaret edilmiş ve kıyametin kesin bir alameti olduğuna dikkat çekilmiştir!47 Sünni kelamcıları ise eserlerinde mehdi inancına ya hiç temas etmemiş veya kıyamet alametleri arasında kısaca değinip, bunun asli bir inanç konusu olmadığına dikkat çekmişlerdir.48
Dünyanın son zamanlarında adı, soyu, nitelikleri ve icraatları belli bir kurtarıcının geleceğine dair açık bir nas bulunmadığı, aklında bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareketle mehdinin zuhurunu kabul etmeyenler arasında; Kadı Abdülcebbar, İbn Haldun, Reşit Rıza, Ahmet Emin, Fert Vecdi, Abdullah Es-Seman ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni elimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre mehdi hakkındaki hadisler ya zayıf veya uydurmadır.49
Mehdi inancı dini deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde, İslam tarihinin akışında bir çok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasi iktidara göz diken pek çok kimse mehdi olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp Müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen noktaların aksine mehdi inancı, insanları tembelliğe itmiş ve Müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.50
Do'stlaringiz bilan baham: |